menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Frankenstein bir ‘tech-bro’ kâbusu

22 10
15.11.2025

Guillermo del Toro’nun Frankenstein’ı, yalnızca klasik bir gotik roman uyarlaması değil; yönetmenin sineması boyunca adım adım yaklaştığı kişisel bir saplantının nihai vücut bulmuş hali.

Çocukluğundan beri 'canavarda insanlığı, insanda canavarlığı' gören bir sanatçının elinden çıkan bu film, Del Toro’nun evreninde sürekli tekrar eden temaları -ölüm ve yeniden doğum, grotesk güzellik, melek imgesi, Tanrıcılık arzusu ve empati estetiği- bir araya getiriyor. Bu filmle Del Toro, yalnızca Frankenstein’ı değil, kendi yaratıcı mitini de yeniden kuruyor.

Del Toro’nun sinematik evreni bu filmle olgunluk noktasına ulaşmış. Pan’s Labyrinth’teki çocukluk mitolojisi, The Shape of Water’daki 'canavarın aşkı', The Devil’s Backbone’daki ölüm estetiği, hepsi burada yankılanıyor.

Yönetmenin sıkça kullandığı Katolik imgeler, melek motifleri, kırmızı tonlar ve gotik mimari bu kez daha sade, bilinçli bir dengeyle kurgulanmış; bilindik barok estetiğin yerini daha keskin ve melankolik bir gotik sadelik alıyor. Prodüksiyon tasarımı ve kostüm dünyası olağanüstü bir uyum içinde; her sahne, resimsel bir kompozisyon gibi.

Mary Shelley’nin romanının tam adı Frankenstein ya da Modern Prometheus. Prometheus, insanlığa ateşi (bilgiyi) getirip Tanrı’ya meydan okuduğu için zincire vurulan figürdür; Shelley bu miti bilimsel kibrin metaforuna dönüştürür. Del Toro, Victor Frankenstein’ı (Oscar Isaac) çocukluğundaki travmatik baba figürü (Charles Dance) üzerinden kuruyor; yaratıcı–yaratılan ilişkisi, baba–oğul döngüsüyle iç içe geçiyor. Isaac, çılgın bilim insanı klişesine yaklaşsa da, tutku ile........

© Birgün