Eşitlik korkusu
Yapay zekâ uygulamaları hızlıca insanların hayatına girdi. Birçoğumuz farklı amaçlarla kullanıyor. Kimimiz ise artık Savaş'ın kültürel alanda ve zihnimizde yarattığı karmaşaya bir son vermek için olsa gerek daha "emin" diye gördüğü olguları yapay zekâya soruyor. Onun yanıtlarına tutunmaya çalışıyor.
Geçenlerde sosyal medyada Kürtlere benzer yanları olan, bir kısmı Arjantin, ağırlığı ise Şili Patagonyasında yaşayan Mapuchelerden bir grubun, Şilili politikacıların "Mapuche Problemi"ni neden çözmediklerini/çözemediklerini yapay zekaya sorduklarını gördüm. Yanıtlara geçmeden önce Mapuchelerin halini özetleyeyim.
Mapucheler, Abya Yala kıtasının varlığını ve bütünlüğünü bir politik etkinlik içinde koruyan ve yeniden şekillendiren az sayıdaki yerli halklarından. Uzun yıllardır özellikle Şili tarafında özerklik mücadelesi veriyorlar. Şili'de nüfusun yaklaşık yüzde 10'unu (1 milyon 750 bin) oluşturuyorlar. Tarih boyunca işgalci beyazların soykırım saldırıları, ırkçılık ve ayrımcılığına maruz kaldılar, bu durum bugün de yaşadıkları toprakların uluslararası kapitalist şirketlerin istila çabalarına paralel artan baskılarla sürüyor. Şu anki Şili Devlet Başkanı Gabriel Boric devlet başkanlığını kazanması sonrası yaptığı ilk konuşmaya Mapuche dili Mapudunguncayla halka hitap ederek başlamıştı ancak sonrası gelmediği gibi Mapuchelere dönük baskılar "terör" vb. bahanelerle tırmandırıldı.
Şimdi yapay zekanın "Mapuche Sorunu" ile ilgili verdiği yanıtlara gelelim. İlk cevap "ekonomik", Mapuchelerin topraklarında yaşamaları ve özerk olmalarının kapitalizmin çıkarlarıyla çeliştiği çünkü bu bölgelerde sermayenin açlığını yatıştırmaya müsait bakir doğal kaynakların bulunduğu belirtiliyor.
İkinci başlık siyasal iktidarlardaki irade eksikliğine dikkat çekiyor ve yapısal değişiklikler için güçlü bir isteğin olması gerektiği belirtiyor. Üçüncü yanıt iktidarların demokratik bir diyalog zemini yaratmak yerine Mapuchelere karşı askeri "çözüm"e odaklandıklarına işaret ediyor.
Dördüncü başlıkta ise "tarihsel güvensizlik"in altı çizilmiş. Şili devletinin geçmişte yapılan anlaşmalara sadık kalmadığı belirtilmiş ve bunun yarattığı umutsuzluğa işaret edilmiş. Beşinci yanıtta ise Mapuche kimliğinin anayasal olarak tanınmadığı ve eşit olarak görülmediğine işaret edilmiş. Yapay zeka çözüm için ise yapısal reformlar önermiş.
Yapay zekânın basitçe özetlediği meseleleri politikacılar göremiyor mu? Bizlerden ve yapay zekâdan çok daha iyi bildiklerine emin olabilirsiniz ancak mesele-yapay zekânın da işaret ettiği üzere- yapısal, yani varoluşla ilgili. Derin bir eşitlik korkusu içindeler ve ayrıcalıklarından vazgeçmek istemiyorlar. Burada mecburen oligarşi ve onun siyasal iradesinin sembolü olan devletin yani siyasetin/şiddet tekelinin nasıl şekillendiği meselesine geliyoruz.
Abya Yala'nın genelinde daha önce de yerli toplulukların İnkalar ve Aztekler gibi çokça bilinen uygarlıkları olmasına rağmen günümüz devletleri ve toplumları(dilleri, kültürleri, ideolojileri) birçok evrim geçirseler de asıl olarak ağırlığı İspanyol olan işgalcilerin yarattığı zeminde biçimlendi. Bu siyasal yapılanmanın odağını da "ordu" tayin ediyordu. Vergi toplama, yasa koyma, yargılama, hapsetme, idam etme gibi devletin etkinlikleri işgalcinin kendisini koruması ve "ötekiler"i kölece itaate zorlamak için kullanıldı. Katolik Kilisesi de bu işte önemli bir rol oynadı. 1800'lerle birlikte "kurtuluş" savaşlarıyla işgalcilerin yerlerini alan görece melezleşmiş oligarşi de fatihlerin siyasal zihniyetini sürdürdü.
Ülkeden ülkeye bazı değişiklikler olmakla birlikte mülkü elinde bulunduran oligarşinin hizmetindeki ordu ve onun çevresinde şekillenen devlet ve zorla boyun eğdirilmiş, ancak zamanla gönüllülüğe dönüşmüş bir toplum ilişkisi genel tabloyu şekillendiriyordu. Yönetim biçimlerinin "federal" olması halk açısından bir demokrasi olanağından çok oligarşi içinde toprak egemenliğine dayalı modern feodallerin mülk ve iktidar paylaşımına işaret ediyordu, bugün de önemli ölçüde öyle. Yerli toplulukları ancak ciddi mücadeleler sonucu kısmen özerklikler elde edebilmişlerdir.
Bu genel tabloya ilaveten bazı şeyleri eklemekte yarar var. Kimi Abya Yala ülkelerinde egemen kesimler şimdi bile "şiddet tekeli" kurmaya ihtiyaç duymuyor zira illegal işlerini sisli atmosferde yapmaları daha kolay. Ancak iç ve dış çatışmalar nedeniyle yıpranan Şili ve Arjantin yönetimleri, 1870 Fransa-Prusya savaşını Almanların kazanmasıyla bu ülkelerde egemen olan ideolojik yaklaşımlarda değişikliklere gittiler. Alman hayranlığı arttı. Mesela Şili eğitim sistemindeki Fransız etkisi bir kenara itilerek Alman pedagoji sistemine dayalı bir eğitim sistemi kuruldu. Bu didaktik eğitim tarzı Alman öğretmen transferleriyle perçinlendi. Bu dönemde eğitim sisteminde otoriterlik, dikeylik, aşırı normatif yaklaşım ve militarist diyebileceğimiz düzeyde ciddiyet ön plana çıktı.
Benzer mantıkların bugün de eğitim sisteminde görüldüğüne dair tartışmalar mevcut. Askeri eğitimde de aynı anlayış benimsendi. "İç düşman" tanımlaması ve zorunlu askerlik bu dönemde şekillendi. Prusya miğferleri ve üniforması kullanılmaya başlandı. Bugün bile Şili polisi carabineroların (2011 öncesi askeri polisti) üniformalarında Alman esintisi görmek mümkündür. Bu durum toplumun da proto-faşist Bismarkçı katı bir anlayış çerçevesinde yeniden organize edilmesiyle paraleldi. Söz konusu olan yaklaşım farklılıkları yok sayan tek tip ve itaat eden insan anlayışına dayanıyordu.(Bismarkçı zihniyetin daha sonra Almanya'da iktidara gelecek olacak Nazi aklıyla çok da çeliştiği sanırım iddia edilemez.)
Alman tedrisatından geçen Arjantin ordusunun ilk hamlesi ise 1878-1885 arasında ağırlıkla Patagonya bölgesinde yaşayan Pampa, Mapuche, Ranquel ve Tehuelche yerli halklarına karşı "Çölün Fethi" adı altında katliam/soykırım kampanyaları düzenlenmesi oldu. Şili'nin güneyinde yaşayan yerlilerin başına da benzer felaketler geldi. Her iki ülkede de 1930'lardan itibaren Nazi etkisinde partiler ve siyasal akımlar oluştu ve etkili oldular.
2. Dünya Savaşı sonrası çok sayıda Alman savaş suçlusu bu bölgeye göç etti. Nazi etkisi diyebileceğimiz sürecin ya da zihniyet biçiminin daha sonraki yıllarda gerçekleşen özellikle Şili (11 Eylül 1973), Arjantin (24 Mart 1976) askeri darbelerinden de sonuçlarını okuyabiliyoruz. Burada darbelerle ilgili şunu da unutmamakta yarar var; 2. Dünya Savaşı sonrası Nazi istihbaratının olanakları ve kadrolarının bazıları da devralınarak CIA oluşturuldu. Dolayısıyla Amerikan hegemonyasının gölgesinde Güney Amerika'da yapılan darbe ve operasyonlarda fiili ve ideolojik bir ABD-Nazi ortaklığından söz etmek mümkündür.
Bütün bu olanların ideolojik alanda da yansımaları olmuştur. En azından Abya Yala solunun bir kısmında devlet ve iktidar fetişizminin etkinliğini sürdüğünü söylemek mümkün. Elbette bu konuda daha geniş bir tartışma yapmak gerekir ancak şimdilik geçenlerde hayatını kaybeden eski Uruguay Devlet Başkanı Mujica'nın da darbecilerle hesaplaşma meselesine ikircikli yaklaşmasında sadece "ileriye bakalım" fikrinin değil "ordu"ya yüklediği "onsuz olmaz" diye özetleyebileceğimiz inancının da payı kuşkusuz vardır.
Bütün bunlara ilaveten özellikle "geçmişle hesaplaşma" mücadeleleri açısından başarılı örnekler arasında sayılabilecek Arjantin'de 2006'da başlayan sürecin tam da bütün bu dönemde yapılanları ortadan kaldırma vaadiyle, elinde elektrikli testereyle kampanya yapan neo-faşist Milei'nin iktidara gelmesini neden engellemediğini de tartışmak gerekir.
Bugünkü TC/rejimin de özellikle azınlıklara dönük yapısal sorunlarla malul olduğu unutulmamalı. 2. Abdülhamit döneminde başlayan insanlık düşmanı "devletin bekası" vecizesi bugün yine oligarşinin revaçtaki sloganı. Bu zihniyet, 1870'li yıllardan itibaren Osmanlı'nın pederşahi devlet geleneğiyle, Bismarkçı proto-faşist yaklaşımın zaman içinde bütünleşmesiyle şekillendi; TC'nin kuruluşu ve "Türk ulusu"nun yaratılış sürecinde ırkçı-ayrımcı zihniyet toplumun geneline de egemen oldu. Bu ideolojik zeminde azınlıklar "iç düşman" olarak anıldı, katliam ve soykırımlara tabi tutuldu, sömürüldü, asimile edilmeye çalışıldı. Bunları unutmayalım.
Doğal olarak "yapısal sorunlar" da aşılabilir, ancak bu mevcudun özellikle TC'nin çok yönlü ve kapsamlı bir toplumsal eleştirisiyle mümkündür...
Barış konuşurken her şeyden önce muhatabımızla aynı şeyden bahsedip bahsetmediğimizden emin olmalıyız. Zira Türk emperyalizminin sözcüleri/pazarlamacıları ısrarla barış ve demokrasi yerine en fazla "terörü sonlandırmak"tan ve tarihin kanlı, kirli sularında kulaç atmayı tercih ederek "ittifak"tan bahsediyor.
Elbette yapıcı bir dil de tercih edilmeli ancak sürekli alttan alan bir yaklaşım; yalan, demagoji ve çarpıtmalarla mukabele eden bir zihniyeti değiştirip dönüştüremediği gibi kendilerince "efendilik" olan pozisyonları "köleler"e onaylatılmış olur. Bu yüzden jeo-politik yaklaşımın "güç"e tapmayı örgütleyen aritmetiğine pabuç bırakmayıp gizeme sapmadan açık ve sarih olmak her........
© Bianet
