menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Ortadoğu’da Kıyamet Savaşı (Gece Yarısına 20 Saniye Kala)

26 0
18.04.2025

“Tarih, Ortadoğu’da başladı ve orada sona erecektir” Bernard Lewis

Arap yarımadası, M.Ö. 20 bin yıl civarında yaşanan son buzul çağı nihayetinde yağmurların azalması ve nehirlerin kuruması ile köklü değişikliklere maruz kaldı. Böylece insanlar ve hayvanların kimisi doğuda Mezopotamya vadisine, özellikle Fırat civarına gitti. Batıda ise bugünkü Filistin, Lübnan ve Suriye’ye yerleşti. Ortadoğu’nun bugünkü kuraklığı ve yüksek sıcaklığı 6 bin yıl önce başlamıştır. Arap Yarımadası’na gruplar halinde yapılan göçler M.Ö. 3’üncü bin yıla kadar geri götürülmektedir.
Eski Ortadoğu tarihi bir medeniyetler kuşağıdır. M.S. 6. yüzyıla gelene kadar Asur, Pers ve Roma İmparatorlukları bölgeye damgasını vurmuştu. Arabistan şimdiki Arapların ataları olan Sami kabilelerinin eskiden beri yerleşik olduğu yer idi. Araplar, İslamiyet öncesi devlet olmamış kabilelerdi. Mısır uygarlığı Arap değildi. Mısırlılar, İslamiyet’le Araplaştı. Ortaçağ’dan 20. yüzyıla kadar Ortadoğu tarihine; İslami halifelikler; Haçlı seferleri, Türk ve Moğol akınları ile Osmanlı İmparatorluğu şekil verdi.
Bugünkü Arap Dünyası’nın büyük bölümü dört yüzyıl kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun parçası oldu. 16. yüzyılın ilk yarısında dünyada üç büyük Türk imparatorluğu vardı; Osmanlı, Pers diyarındaki Safevi ve Hindistan’daki Babür İmparatorluğu. Bu üç imparatorluk; Fas, Avusturya ve Etiyopya’dan Orta Asya, Himalayalar ve Bengal Körfezi’ne kadar olan devasa bir coğrafyayı kontrol ediyordu. Safeviler Şii, diğerleri Sünni İslam’ı kabul etmişti.
Osmanlı hükümdarı Yavuz Selim ile Safevi hükümdarı Şah İsmail arasında 1514’de Çaldıran’da yapılan savaştan sonra Suriye ve Mısır’ı da ele geçiren Osmanlı en büyük Müslüman devlet olmuştu. Orta Asya’da ise diğer bir Türk hanedanlığı olan Özbek Şebayni Hanlığı vardı. Kırım, Kazan ve Astrahan Hanlıkları da Karadeniz’den Orta Asya’ya yayılmış durumda idi. 1530’larda Osmanlı hâkimiyetindeki bölgelerde 14 milyon kişi yaşarken, İngilizler 2.5 milyon, İspanyollar 5 milyon kişiye hüküm sürüyordu.
Birinci Dünya Savaşı esnasında yapılan Sykes-Picot Anlaşması (16 Mayıs 1916), Arap Dünyasını İngilizler ve Fransızlar arasında emperyal planlara göre bölmeyi öngörüyordu. Osmanlıya döneminde huzur içinde yaşayan ama Batılıların kışkırtması ile isyan eden Araplar, İngiltere ve Fransa’nın manda ve sömürge düzeninin sona ermesi için beklediler. Fransız sömürge düzeni 1946’da Lübnan ve Suriye’de, 1956’da Fas ve Tunus’ta, 1962’de Cezayir’de sona erdi.
İngilizler ise farklı bir yol izledi; İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sadık Arap hükümdarlarla anlaşmalar imzalayarak eski sömürgeci etkiyi devam ettirmeye çalıştılar ve ABD’ye devrettiler. Ortadoğu’da Batılı sömürge mirasının sürmesinde şu faktörler etkili oldu;
(1) Batılılar sömürge düzeninden kalma Arap aileleri ile geleneksel sistemi ve yönetim biçimini devam ettirdiler. Bunun karşılığında; sadık Arap rejimlerine iktidar garantisi, finansal, askeri ve teknolojik destek sağladılar.
(2) Mevcut düzeni devam ettirmek için siyasi otorite ve toprak sınırları tanındı ve kurumsallaştırıldı. Ancak, Fransız ve İngilizler tarafından kurulan ve devam ettirilen bu devletler içinde ve arasında ne siyasi ne ekonomik işlevsellik vardı. Sadece sömürgeci, emperyal istekleri karşılamak için kurulmuşlardı.
(3) 1917’deki Balfour Deklarasyonu’ndan 1948 yılında İsrail’in kuruluşuna kadar süren Filistin’deki İngiliz Mandası, Yahudilerle Arap toplumlarını entegre etmekten çok aralarındaki ayrışma ve çatışmaları artırmaya neden oldu.
(4) Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da sömürgeciliğe ve dış güçlere karşı bağımsızlık amacı ile başlayan muhalefet daha sonra hükümetlerinden reform bekleyen bir sosyal harekete dönüştü. Bu sosyal hareket artan petrol gelirleri ile desteklenen bir modernizasyon sürecinin parçası oldu ve aralarındaki çekişmeler Sosyalist, İslamcı, milliyetçi gruplar doğurdu.
Bütün bu gelişmeler, Arap ülkeleri ile Batı arasındaki çekişmelerin köklerini oluşturmaktadır. Hala Arap Dünyası dış güçlerin ordularının edindikleri askeri üsler ile örtülü olarak işgal edilmiş ya da kuşatılmış durumdadır.
Ortadoğu’nun Arap olmayan üç ülkesi Türkiye, İran ve İsrail’dir. Soğuk Savaş döneminde İsrail ve Türkiye, Batının Ortadoğu’daki güvenilir iki köprübaşı idi. 1979 yılında din odaklı bir rejime geçen İran, Batı kampından ayrıldı ve 1990’lı yıllardan itibaren kurmaya başladığı Şii ekseni ile Ortadoğu’yu kendi projeksiyonuna göre değiştirmeye yöneldi.
1990 yılındaki Körfez Savaşı gibi 2003 yılında Irak’ın işgali ve 2010 yılında başlayan Arap Hareketleri, Arap Dünyası’nın problemleri ve yetersizliğinin dış güçler tarafından nasıl manipüle edildiğinin göstergesi olmaya devam etti. Arap rejimlerinin zayıflığı ve domino etkisi ile art arda devrilebileceği anlaşıldı. Batılılar, Ortadoğu’da sadık olan otoriter rejimlerle işbirliği yaparken, İsrail’in güvenliğini hep ön planda tuttu.
Türkiye’de ise 2002 yılında iktidar olan Siyasal İslam, Yeni Osmanlıcı dış politika ile Ortadoğu ve Afrika’da yeni bir oyuna başlarken, 2009 yılından itibaren İsrail’i açıkça hedef almaya başladı. Özellikle 7 Ekim 2023 Hamas saldırıları sonrası Gazze Savaşı ile artan gerginlik, bugün Suriye’de iki ülkenin konvansiyonel bir savaşa girme riski ortaya çıkardı.
ABD’den aldığı destek ile Ortadoğu’daki güç boşluğunu fırsata çevirmeye çalışan Tel Aviv, Büyük İsrail kurma hayali ile topraklarını Suriye de dâhil her istikamette genişletmeye çalışıyor. ABD ile ortak bir strateji izleyen İsrail, Ortadoğu’da istikrarsızlığı sürekli kılmak için Arap olmayan etnik (Kürt) gruplardan Batıya müzahir devletçikler kurma peşinde.
Ankara, Esat’ı yok edeceğim derken, Suriye sahasının kontrolünü büyük ölçüde ABD ve İsrail’e bıraktı. Uzun zamandır devam eden örtülü ambargolar nedeni ile de köşeye sıkışan Türkiye, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de yalnız ülke konumunda. Son koz Trump yönetimi ile iyi geçinmek ama önünde Kürt projesinden Suriye, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’e, İsrail ile ilişkilerden İran senaryosuna destek vermeye, uzun bir iş listesi konmuş durumda.
Bernard Lewis’in; “Tarih, Ortadoğu’da başladı ve orada sona erecektir” ifadesi Ortadoğu’nun geçmişi ve geleceği ile ilgili çarpıcı bir saptamadır. Tarihin, Sümerler tarafından yazının bulunması ile M.Ö. 3 binde Ortadoğu’da başladığı kabul edilir. Öte yandan kutsal kitaplar, insanlığın sonu için Ortadoğu’da yapılacak nihai bir savaştan (Armageddon) bahseder.
Dünya büyük bir dönüşüm içinde. Büyük resimde ABD ve Çin arasında artan gerilim bir dünya savaşına dönüşmese de yeni bir dünya düzenine gidiyoruz. Ortadoğu haritasında ise büyük yırtılmalar ve nihayetinde büyük bir hesaplaşma bekleniyor. Kıyamet Savaşı’na bugüne kadar hiç olmadığı kadar yakınız. Kıyamet Savaşı’nın tüm insanlığı yok edecek bombası gece yarısına 20 saniye kala patlayacak.
Ortadoğu için öncelikli bölgesel savaş senaryosu için bugüne kadar hep İran’ı hedefe koyduk çünkü çanlar uzun zamandır onlar için çalıyordu. Ancak, Azerbaycan’da buluşan Türkiye ve İsrail yetkilileri her ne kadar bir çatışmasızlık niyeti içinde olduğunu açıklasalar da bunu sürdürmek kolay değil yani kaçınılmaz çatışma bir bölgesel savaşı ateşleyebilir. Bu makalede, Arap Dünyası, İsrail ve Türkler arasındaki tarihsel çelişkilere değindikten sonra konuyu bugüne, bizleri nelerin beklediğine getireceğiz.

İsrail kurulana kadar Arap milliyetçiliğinin temeli Türk düşmanlığıydı. İsrail’in kurulması ile birlikte İsrail düşmanlığı öne çıktı. 1979’daki Arap devriminden sonra Arap dünyasının üç Arap-olmayan düşmanı vardı; Türkiye, İran ve İsrail. Bu üç ülke aynı zamanda Ortadoğu’ya liderlik etmek konusunda S.Arabistan ve Mısır tarafından rakip olarak görüldü. Mısır, 1978’de İsrail ile yaptığı Camp David Anlaşması’ndan sonra sahneden çekildi. İran’ın özellikle 1980’lerden sonra Şii Hilali ile Ortadoğu’da kendi dini liderlik projeksiyonunu uygulamaya çalışması Araplar için öncelikli ana endişe konusu oldu. Diğer bir tehdit konusu da iç güvenlikleri için Mısır’da doğan Müslüman Kardeşler olmaya devam ediyor.
1990’larda “Arap Birliği”, “Arap Kimliği” ve “Arapçılık” gibi zaten hayali olan kavramların öldüğü bunların yerini her ülkenin kendi yolu olan “Realizm”in aldığı anlaşıldı. Milliyetçi bir elitin arkasında olduğu Arapçılık, Ortadoğu’ya sadece felaket getirdi. Arap dediğimiz artık ırksal farklılıklarına rağmen sadece Arapça konuşanlar. Nitekim Fas, Cezayir, Libya ve Kuzey Afrika’nın herhangi bir yerinde Arap ülkeleri; Berberiler, siyah Afrikalılar, İspanyol ve Avrupalılar ile iç içe yaşıyorlar. Hicaz, Necd ve Yemen’dekiler ile aynı şekilde giyinmiyorlar.
Arap milliyetçiliği, İslam Birliği gibi ütopyalar çoktan öldü. Arap Dünyası’nın artık İsrail’e karşı birleşme gibi bir düşüncesi yok. İslam Dünyası içinde üç Arap olmayan jeopolitik blok, Ortadoğu hâkimiyeti için çekişme içinde; Türkiye, İran ve İsrail. Arap milliyetçiliğinin zirve yaptığı günlerde Mısır, Arap halkları ve Arap milliyetçi hareketlerini birleştirerek bölge politikalarını yönetmek istemişti ama bu hayal biteli çok oldu. Mısır, 1978’de İsrail ile Camp David Anlaşması’nı imzaladığında Arap Dünyası liderliğinden de vazgeçmiş oldu. 1991’de ise Sovyetler Birliği’nin çökmesi ile bölgede denge unsuru ortadan kalktı ve Ortadoğu tamamen Amerikan hegemonyasının etkisi altına girdi. Körfez ve Irak Savaşları ile nihayet Arap Hareketleri, Ortadoğu’da istikrarsızlığı körükledi.
İsrail’in İran’ın direniş ekseninin belkemiği olan Hamas ve Hizbullah’ı devre dışı bırakmasına ve Selefi HTŞ’nin zaferine en çok Körfez ülkeleri sevindiler. Esat’ın gitmesinden sonra Suriye’den Libya ve Somali’ye uzanan projeksiyonu ile Müslüman Kardeşler ve onun askeri kanadı Hamas odaklı Sünni projeksiyonu ile Türkiye, şimdi tüm Ortadoğu için gittikçe artan bir endişe kaynağı oldu.
Türk-Amerikan-İngiliz ortak yapımı cihatçı hamle, ABD ve İsrail’e Suriye’deki hedeflerinin çoğunu sağladı. İran gitti, Hizbullah’ın ikmal hattı kesildi, işgalci İsrail ‘stratejik derinlik’ kazandı. Lübnan’da direniş nedeniyle ulaşamadığına cihatçılar sayesinde Suriye’de ulaştı. Suriye’de rejim değişikliği ABD ve İsrail ile birlikte Türkiye’nin işbirliği ile hazırlandı. Ancak, kartlar yeniden dağıtılacak, eski piyonlar birer birer torbaya girecek. Esat’ın gidişinin kazananı şüphesiz öncelikle ABD ve İsrail oldu. Bundan sonra inisiyatif onlar da olacak, Türkiye ve Körfez ülkelerinin kararları onları izlemek zorunda. Katar’ın Suriye’ye kadar uzatmak istediği ve Esat kabul etmediği için Suriye’nin sonunu getiren boru hattı projesi şimdi yeniden ısıtılıyor.
Alevilerin yerine geçen Selefi HTŞ yönetiminin Alevileri yeni yönetime entegre etmesi, Türkiye ve ABD’nin YPG/PKK bölgesi konusunda bir anlaşmaya varması çok zor. ABD, İsrail ve Türkiye’nin desteğiyle beklemediği hızda Şam’a giren ve Esat yönetimini deviren HTŞ’nin günün sonunda Suriye’yi tek başına yönetemeyeceğini ABD gibi Türkiye de biliyor. Bu da Suriye’de yeni ve ölümcül bir iç savaşın yeni tarafları ile kendi içinde devam edeceği demektir. İç savaş devam edecek çünkü sahada paylaşım bitmeyecek. Ama asıl mesele Ortadoğu için hazırlanan planların yeni aşamaları. Bundan sonrasında Suriye’deki iç savaşın dışarıdan doğrudan müdahaleler yanında ülke sınırları dışına çıkması da bekleniyor.


İsrail’in Golan Tepeleri’ni işgal etmesi gibi, şu an Suriye’de herkes bir şeyleri kotarmaya çalışıyor. İsrail, Şam civarına kadar olan bölgeye yerleşmek, Suriye’nin güneyi boyunca bir güvenlik koridoru oluşturmak peşinde (Harita 4). Esat rejimi, İsrail’in saldırılarına karşı pasif kalmıştı ama yeni durumda HTŞ’nin nasıl bir yol izleyeceği bilinmiyor. İsrail’in Şam bölgesini bombalamasının arkasında Esat rejimi silahlarının HTŞ’nin eline geçmesini önleme düşüncesi vardı.
Yeni bir Ortadoğu şekilleniyor; bir yandan İsrail askeri operasyonları, karşısında bölge ülkelerinin acımasız pragmatizm ve işbirliği trendi. Ön cephede İsrail-İran çatışması olsa da diğerleri kendi çıkarlarını korumak için kendilerini ABD’ye göre hareket etmek........

© ABC Gazetesi