menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Papa 14.Leo ziyareti, kalpgâh, kenar kuşak jeopolitiği ve dinler

29 0
16.11.2025

Papa 14.Leo’nun 28 Kasım 2025 tarihinde İsa’nın Tanrı ile aynı özden olduğunun ilan edildiği ‘’İznik İnanç Bildirgesi (Credo)’’nun 1700. Yıldönümünde gerçekleştireceği İstanbul ve İznik ziyareti tek başına sade bir inanç faaliyeti değildir. Diğer yandan 971 yıl önce birbirini aforoz ederek (Büyük Schizma) ayrılan Katolik ve Ortodoks Kiliselerin temsilcilerinin İznik’te bir araya gelmesi çok kutuplu küresel düzenin kurulma sancılarının yaşandığı günümüzde batının kalpgâhı çevreleyen kenar kuşak jeopolitiğine katkı sağlayan ciddi bir hamledir. Gücünü vahyi kullanan hegemon aklından alır.

Dinin Jeopolitiğe Geri Dönüşü. Bugün din, hegemonyanın el değiştirme sürecinde siyaset, ekonomi, savaş ve toplumsal kimlik inşasında hem eskatolojik (kıyamet merkezli kurtuluş anlatıları) hem de teopolitik (ilahi meşruiyet arayışıyla politikayı yönlendirmek) biçimlerde yoğun şekilde kullanılmaktadır. Günümüz jeopolitik koşulları 400 yıl sonra dini Westphalia (1648) öncesi döneme taşınmıştır. Artık vahiy bilimin; inanç, düşüncenin yerini almıştır. Ve bundan siyasetçiler beis görmezler zira başta finans kapital olmak üzere din onlar için asla amaç değil mükemmel bir yönetim aracıdır. O dönemde de din, devlet egemenliğinin temel meşruiyet kaynağıydı; krallar Tanrı adına hükmediyor, savaşlar “hak ve din” uğruna yürütülüyordu. Westphalia düzeni bu teopolitik bütünlüğü yıkarak laik egemenlik ilkesini getirmiş, dini siyasetten ayırmıştı. Ancak günümüzde küresel düzende yaşanan kırılmalar, hegemonya krizleri ve kimlik çatışmaları, dini yeniden politik bir araç haline getirdi. Böylece dünya, modernitenin seküler çerçevesinden çıkıp, tıpkı Westphalia öncesindeki gibi Tanrı, kader ve kurtuluş kavramlarının yeniden jeopolitik dilin merkezine yerleştiği bir döneme girmektedir.Bu dönemin bir diğer özelliği dinin etkisinin her alanda artışı devam ederken yolsuzluk, ahlaksızlık ve çöküşün de artmasıdır. Adeta iki alan birbiriyle yarış halindedir.

Değişen Küresel Düzen. 21. yüzyılın ilk çeyreği, dünya siyasetinin, ekonomisinin ve askeri dengelerinin hızla değiştiği bir yeniden yapılanma dönemidir. Üretim ve ticaret merkezlerinin Asya’ya kayması, enerji ve finans akışlarının yeni koridorlar oluşturması, Amerikan deniz egemenliğine Batı Pasifik, Arktik ve Kızıldeniz’de meydan okunması küresel düzenin altyapısını dönüştürmektedir. Neoliberal paradigma 2008 kriziyle sarsılmış, pandemi, enerji şokları ve bölgesel savaşlarla çöküşe geçmiştir. Finansal varlıkların reel ekonominin yedi katına çıkması, gelir eşitsizliğinin zirveye ulaşması sistemin sürdürülemezliğini göstermektedir. ABD, artık tek süper güç değildir; borç yükü, toplumsal kutuplaşma ve üretim zafiyetiyle zayıflamaktadır. Donanması küçülmüş, üç cephede birden savaş yürütebilecek kapasitesini kaybetmiştir. Teknolojik üstünlük artık zafer garantisi vermezken asimetrik direniş modelleri ve stratejik sabır öne çıkmaktadır. Çin ve Rusya uzun vadeli stratejilerle ilerlerken, ABD ve Batı kriz üretimiyle hâkimiyet kurmaya çalışmakta, bu da küresel kaosu derinleştirmektedir. Diğer yandan İran–İsrail savaşı ve Kızıldeniz krizleri, Batı’nın yenilmezlik imajını çökertmiştir. Jeopolitik denkleme İsrail’in eskatolojik ve finansal gücüyle dâhil olması, süreci daha da karmaşık hale getirmiştir. ABD, Ekonomik, ahlaki, siyasi ve askeri alanlarda çöken sistem gerileyen ve kaçınılmaz çöküşe ilerleyen her hegemon gibi zamanı kendi lehinde kullanmaya; yeni dönemde pozisyon almaya ve bu dönemi en az hasar ile kapatmaya gayret sarf ediyor. Zira çöken aslında ABD hegemonyası değil Keşifler çağı ile başlayan 500 yıllık Atlantik çağı yerini Asya’ya bırakış sürecidir. Günümüzde kazanca doymayan finans kapital oligarşisi için savaş, kredi, borçlanma ve silah satışı döngüsü yaşamsal araç haline gelmiştir. Ancak Batı artık beş yüzyıllık hegemonyasını sürdürecek güçte değildir. 2022’de başlayan Ukrayna Savaşı’yla birlikte küresel hesaplaşma fiilen sürmektedir ve bu savaşı batı kaybetmiştir.

Din Neden Siyasallaşıyor? Günümüzde dine bir siyasi araç olarak sarılmanın en büyük nedeni sosyo ekonomik sorunların unutturulması, gelir dengesizliğinin, devletin sağlık ve eğitimden çekilmesinin, azalan sendikal ve sosyal hakların kader döngüsü içinde toplumlara normalleştirilmesi ve sonunda kaynayan kitlelerin enerjisinin soğutulmasına hizmet etmesidir. Din aynı zamanda yarattığı kutuplaşma ile savaşın fakir halk kitleleri üzerinde meşrulaştırılmasına da hizmet etmektedir. Örneğin Köktendinci bir İsrailli için Müslüman Filistinlinin hiçbir değeri yoktur. Daha da öte her ikisi de Ortodoks Hristiyan olduğu halde Ukraynalı Ortodokslar kiliseleri ve patrikleri bölünerek düşmanlaştırılmıştır. Ya da batıda yaşayan Katolik Ukraynalılar Doğuda yaşayan ve Rusça konuşan Ukraynalılardan nefret eder.

ABD’de İsa ve Judas’ın Barışması. Bugün dinin siyasette en yoğun kullanıldığı ülkelerin başında ABD gelmektedir. Bu çerçevede dinin öne çıkmasında en belirgin sebeplerden birincisi İsrail ve Siyonizm’in ABD’deki etkisinin artması diğeri de ABD hegemonyasının çöküşüdür. Çöküş arttıkça dine sarılma da artmıştır. ABD ‘de din son 75 yılda o denli öne çıkmıştır ki örneğin Evanjelizmin yükselişiyle birlikte, Hristiyan dünyası ile Yahudi geleneği arasındaki siyasi ve teolojik yakınlaşma ‘Judeo-Hristiyanlık’ adı altında Batı ideolojisinin temel dayanaklarından biri haline gelmiştir. Hristiyan Siyonizm’i olarak da ifade edilen Evanjelizm Eski Ahit’in vaatlerini siyasi anlamda İsrail devletine bağlayarak, Yahudi halkının “Tanrı’nın seçilmiş milleti” olduğuna dair inancı merkezine aldı.Yüzyılladır birbirine düşman olan iki ayrı vahiy artık tek vücut olmuştur. Eski ve yeni Ahit artık birdir. Yüzyıllar boyunca Hristiyanlığın Judas üzerinden Yahudilere yönelik köklü nefret ve dışlama geleneği, Holokost’un yarattığı ahlaki şok, Soğuk Savaş’ın ideolojik ihtiyaçları, Evanjelist eskatolojinin “Mesih’in dönüşü için İsrail’in güçlenmesi gerekir” anlayışı ve Amerikan Yahudi topluluğunun medya–akademi–finans üzerindeki etkisiyle ABD’de radikal biçimde tersine döndü; böylece tarihi gerçeklikte asla var olmayan “Judeo-Hristiyanlık” kavramı, 20. yüzyıl ortasında siyasetin, istihbarat aygıtlarının ve Evanjelist apokaliptik teolojinin mühendisliğiyle kurgulanarak Amerikan kimliğinin ideolojik temeline yerleştirildi. Holokost sonrası suçluluk duygusu Batı’ya ahlaki rehabilitasyon imkânı sunarken, ABD stratejistleri Hristiyanları ve Yahudileri “Tanrı’ya inanan Batı uygarlığı” sloganıyla komünizme karşı tek blokta topladı; 1967 sonrası Evanjelist hareket İsrail’i kıyamet sürecinin zorunlu aktörü ilan etti; kültürel alanın büyük kısmını etkileyen Amerikan Yahudi topluluğu ise bu yeni birlik anlatısını toplumun tüm katmanlarına taşıdı. Böylece günümüz Amerikan dış politikasının, Orta Doğu stratejisinin ve Siyonist–Evanjelist ittifakının ideolojik omurgasını oluşturdu. Emperyalizm finans kapital oligarşinin de katkısı ile vicdana ve barışa yönelik İslam dinini de özellikle Sovyetlerin Afganistan işgalinden sonra silahlı mücadele ideolojisine dönüştürdü ve batı istihbarat örgütleri daha da ileri götürerek bu grupları terör ile tanıştırdı ve kendi çıkarları için kullandı. Örneğin bugüne kadar IŞID (ISIS) İsrail’e bir kez dahi saldırmamıştır. Eski El Kaide teröristi, Colani’nin Beyaz Saray’da büyük bir iitabar ile karşılanması başka nasıl izah edilebilir ki? Bugün ABD içindeki neoconlar, evanjelistler, Siyonistler, masonik ve tekno-feodal yapılar farklı ajandalarla dini kullanarak iktidar mücadelesi yürütmektedir.

Felsefe Toplumu Çin’in Uyanışı. Bu çok katmanlı, çok bilinmeyenli ve karmaşık süreçte ABD için en önemli rakip Çin’dir. Sekülerleşmeye ara veren ve köktenci ve savaşçı din toplumuna dönüşen batının aksine felsefe toplumu olan Çin, Soğuk Savaş jeopolitiğindeki SSCB’nin yerini almıştır. Tek farkla. Devlet kapitalizmi uygulayan Çin, ABD için ideolojik bir rakip değildir. Rekabet ekonomik ve askeri haliyle kaçınılmaz sonuçları olan küresel etkinlik ve yeni dünya düzeni kuruculuğudur. Bu meydan okuma basit bir şey değildir. 500 yıllık finans kapital birikimi, sömürgecilik, onlarca bölgesel savaş, iki dünya savaşı ve bir soğuk savaşı galip tamamlamış batı hegemonyasının yenilgiyi kabul etmesi kolay değildir. Bu mücadelede savaş, terör, din, darbeler, ambargo, yaptırım, uyuşturucu, mafya, sahte bayrak operasyonları ve akla gelen her yöntem denenecektir ve denenmektedir.

Savaşa Doymayan Batı. Bugün için yedi büyük ve ciddi savaş/kriz batı hegemonyasının mücadele alanıdır. Ukrayna, İran, Gazze, Tayvan, Güney Çin Deniz, Kızıldeniz ve Venezuela bilek güreşinin yoğunlaştığı alanlardır. Bu alanlardaki her kriz batı tarafından çıkarılmıştır. Ukrayna’da 2014 Kiev darbesi olmasa ve NATO genişlemesi söz konusu olmasa Rusya etnik Rusları korumak amacıyla Donbas bölgesine girmezdi. ABD koruması ve tam desteği altındaki İsrail, Filistin devletini kabul edip, Büyük İsrail projesinden vaz geçse Doğu Akdeniz’de başta Lübnan olmak üzere komşuları ile barış içinde bir arada yaşasaydı bölgeyi soykırıma varan kan gölüne çevirmez, İran’a sürpriz saldırıda bulunmazdı. Böylesi bir durumda Yemenli Husiler Kızıldeniz’i asimetrik savaş uygulayarak kapatmazdı. ABD, Güney Çin Denizinde 1945’ten bu yana tanıdığı Çin deniz yetki alanlarını tanımaya devam etse ve Tayvan’ın tek Çin politikası altındaki statüsüne değişiklik getirecek kışkırtmalarda bulunmasa ve de seyir serbestisi (FON) adı altında bölgeye eski sömürgeci devletlerin (Fransa, İngiltere, Hollanda, Almanya) ve kendisinin savaş gemilerini yollamasa her sene 5 trilyon........

© 12punto