İmralı’da bir selfie rüyası
Aşırı analiz yazılarımdan bıkmış olmalısınız. Buyurun içinde analiz olmayan bir yazı. Okumaya başlayalım.
Bu yaşanan süreçte sadece iki noktaya bakıyorum: Birincisi İmralı, ikincisi Kandil.
İmralı kah konuşabiliyor, o da özgürce konuşma olsa, kah Bakırhan’ın dediği gibi, sanki İmralı bir çeşme vanası bir açılıyor, bir kapanıyor. Açılır açılmaz İmralı çeşmesinden berrak bir barış suyu akıyor.
Ya Kandil?
Binlerce gerilla ve o gerillanın anası, babası, kardeşi, hısım akrabası, seveni, milyonlarca bekleyeni olan gerilla kaderleriyle ilgili konuşmaları kah sabırla dinliyor, kah sözlerini kuyumcu terazisinde tartar gibi yorumluyor. Komisyonda herkes aslında onlarla ilgili konuşuyor. Ama onlar “yoklar.”
İmralı’yı da Kandili de, Orhan Veli’nin sözleriyle söylersem, “dinliyorum, gözlerim kapalı”. Etraftaki rezilliği görmeyince insan seslerin güzelliğini daha derinden anlıyor.
Sonra gözlerimi açıyorum. TBMM Komisyonu. Herkes var. Kimi barıştan ve çözümden olanca terbiyesiyle konuşuyor. Kimi orada ağzını bozamasa da bozmaktan beter laflar ediyor. Komisyon dinliyor. Bizimkiler dişlerini sıkarak dinlemeye çalışıyor.
Savaşmaktansa ister barış diyerek, ister savaş diyerek konuşmak yine de iyidir. İyi olmasına iyidir de, savaşın istihbaratçısı, savaşın başkomutan “yardımcısı”, savaşı sivili derdest ederek yürüten polisin baş komiseri konuşurken barışın baş müzakerecisi ve silah bırakan gerillanın komutanları nerede?
Birincisi İmralı zindanında. İkincisi granit kayaların derinlerinde silah çatmış bekliyor.
Ben diyorum ki, komisyon henüz “umut hakkını” tanıyan yasa taslağını hazırlamamış; silahlarını yakanların........
© Yeni Yaşam
