EMANET
O gece Denizli sokakları; sıcak, nemli ve bunaltıcı bir haldeydi. Aynur ve Bahar, sokak sokak geziyor, yüreklerindeki sancıyı dindirecek bir deva bulamıyorlardı. İki dost, iki gardaş ne zaman bunalsalar birlikte dertleşirler, dertlerini bir bir dünyaya akıtırlardı. Onlar sussa da birbirlerini anlar, birlikte yürüdükçe yükleri hafiflerdi. Evlerine içleri ferahlamış bir şekilde gidebilirlerdi. Ertesi gün olduğunda mücadelelerine, haksızlıklara karşı gelmeye, güzellikler yaymaya devam ederlerdi.
İkisinin gönlü de zihinlerinin neden olduğunu bilmeden Fesleğen Mahallesi’ndeki evlerinin arka tarafındaki parka götürdü. Parkta yaşlı-genç, kadın-erkek birçok kişi vardı. İnsanlar telaşsızca vakit geçiriyor, sohbet ediyorlardı. Çocuklar bağrışsalar da huzurla oyunlarını oynuyorlardı. Elbette herkesin bir düşüncesi vardı. Kimisi parasızlıktan kimisi çocuklarından dert yanıyordu. Öyle bir iki dertle de bitmiyordu ki; ev, iş, okul, arkadaşlar… Hepsi her biri için farklı ve ortak sorunlardı. Lakin bizim iki dostun derdi başkaydı. Başkaydı başka olmasına ama halktan ayrı değildi. Bu iki dost, görüp görmediği diğer insanlar ve milletinin her ferdi için dertleniyordu.
Bir kaldırım kenarına oturdular. Önce sessizce evlerin ışıklarını takip ettiler, sonra gönülleri susmaya razı olmadı, konuşmaya başladılar.
-Bacım, rahat nefes alamıyorum. Sanki tüm yurdun derdi gelip oturuyor yüreğime. Şimdi onca yapılması gereken iş var. Milletin hâli hâl değil. Benim destanlarda, türkülerde dinlediğim, kitaplarda okuduğum o yüce millet hani nerede? Ataları gibi Türk gibi yaşamıyorlar, bir dünya koşturmacası alıp gidiyor ömürlerini. Nasıl olacak bu işin sonu, nasıl baş edeceğiz?
-Üç-beş kişiyle olacak iş midir? Benim de aklım almıyor. Bazen ailemle konuşuyorum. Bana “Bu dünyayı sen mi kurtaracaksın?” diye soruyorlar. Daha beni en yakınlarım anlamaz ve bana inanmazken ben nasıl başaracağım?
-Bizlere canandan çok can lazım. Canımızı canı göreceklerin olduğu, kan bağı değil gönül bağı kurulan bir dost sofrası lazım.
-Bak yine Osman ağabeyin evinin yanına geldik. Her seferinde kapıdan çıkıp çocuklar gelin derdinize derman bulalım deyip bizi çağırsın istiyorum. Bir yol gösteren olsun, onun can verdiği bu davada mücadeleyi yürütelim istiyorum. Ah ağabey şimdi bir yerlerde bizi dinliyorsun, bize bir çıkar yol göster.
O insanın içini kavuran Denizli gecesinde ikisinin de içi bir nefes canla doldu. Bir ürperti geldi ve serinlediler. Ne zaman bu sokakta vakit geçirseler, Osman ağabeyden söz etseler bu yaşanırdı zaten. Yüzlerine kan, can gelirdi. İkisi de inanırdı ki ağabeyleri orada onlarla birlikte olurdu, onlara mücadele dermanı verirdi. Onlar da yeni bir imanla tazelenir, yola devam ederlerdi.
Biraz öylece Osman ağabeyleriyle dertleşen kızlar saatin farkına varıp birbirlerine baktılar. Aynur hiç ayrılmak istemediğini belli eden asık suretiyle:
-Sabah onca iş bizi bekliyor, hadi eve dönelim artık.
Bahar hiçbir şey demedi. Kafasıyla onu onaylayıp ayağa kalktı. O sessiz ama çok şey taşıyan yüreklerindeki ürpertiyle evlerinin yolunu tuttular.
Evlerine vardılar ama bugün, diğer günlerdeki gibi tamamen rahat hissetmiyorlardı. İkisi de içinden “Ya nasip” deyip, birbirlerine hayırlı geceler dileyip yataklarına geçtiler. Bahar tavanı izliyordu, düşünüyordu ama işin içinden çıkamıyordu.
Bahar yavaşça gözlerini kapattı. Tam o sırada bir ses duydu. Gözleri fal taşı gibi açıldı. Bu sesi daha önce hiç duymamıştı ama çok tanıdık bir sesti. Sese ulaşmak için yatağından kalktı. Ses onu çağırıyordu. Aynur’u uyandırmak istemedi. Koşarak merdivenlerden indi. Sabah olmuştu sanki her yer aydınlanmıştı. Ses ona gel demeye, varlığını hissettirmeye devam ediyordu. Bahar öylece yürüyordu ama tanıdık sokaklar yolun nereye çıkacağını önceden haber veriyordu. Hızlıca sesin geldiği evin önüne geldi. Tanıdık duvarları inceledi. Avlu kapısından yavaşça içeriye girdi. İşte tam o sırada ağabeyini gördü. Osman Kavcar ağabey bir........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Robert Sarner
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d