Yayıncılığın özgürlüğü ve sorumluluğu arasındaki ince çizgi
Kitle iletişim araçlarının gelişimi ile birlikte hayatımızı kaplayan ekrana günün her saatinde mağruz kalıyoruz. Her sabah gözümüzü açtığımızda, bir ekranın ışığıyla güne başlıyoruz. Sosyal medya bildirimleri, haber siteleri, televizyon programları, podcast’ler… Artık neredeyse her saniye bir “yayın”la iç içeyiz. Bu bilgi bombardımanının içinde, yayıncılığın sadece içerik üretmekten ibaret olmadığını anlamak, özellikle bugünlerde her zamankinden daha önemli.
Yayıncılık denildiğinde, akla ilk olarak ifade özgürlüğü gelir. Gerçekten de, demokratik bir toplumun temel direklerinden biri, bireylerin düşüncelerini özgürce ifade edebilmesidir. Ne var ki bu özgürlük mutlak değildir. Çünkü her hak gibi, ifade özgürlüğü de başkalarının haklarıyla karşılaştığında sınırlanabilir. Bu noktada devreye iletişim hukuku girer. Anayasamızın 26. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesi ifade özgürlüğünü güvence altına alır. Bu, bireyin düşündüğünü açıklama, öğrenme ve yayma hakkını içerir. Ancak bu hak; başkalarının şöhret ve haklarının korunması, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi gibi gerekçelerle sınırlanabilir. Örneğin bir gazeteci, kamu yararı gözeterek bir yolsuzluğu ortaya çıkarabilir. Bu ifade özgürlüğünün bir sonucudur. Ancak aynı gazeteci, kişisel bir intikam veya sansasyon amacıyla bir bireyin özel hayatını ifşa edemez. Bu durumun yaşanması bir özgürlükten ziyade hak gaspına girer.
Yayıncılığı bu kadar eşsiz ve........
© Yeni Meram
