“Yarısı bende kalan şehir...”
Birgül Kılıç Yıldırım
Lefkoşa…
Adını her duyduğumda içimde bir şey kırılıyor.
Bilinmez bir sızı yayılıyor kalbime, çocukluğumun karanlıkta kalmış bir fotoğrafı gibi.
Renkleri solmuş, sesi kısılmış, yarıda kalmış bir şarkı gibi.
Bir şehir düşün…
Sokaklarının ortasından tel geçiyor.
Kaldırımlarının bir yarısı senin, diğer yarısı sanki hiç var olmamış gibi.
Bir adım atsan geçmişine ulaşacak gibisin, ama o adımı atamıyorsun.
Çünkü arada duvarlar var. Askerler var.
Ve en çok da suskunluk var… konuşulmamış acıların ördüğü o kalın sessizlik.
Lefkoşa, bir yarısı diğerini özleyen bir şehir.
Geceleri, kuzeyden güneye usulca süzülen rüzgârlar taşır bu özlemi.
Bir annenin kayıp oğluna yazdığı mektubu,
Bir kardeşin yıllardır görmediği kardeşine sakladığı bir gülüşü,
Bir çocuğun hiç göremediği evinin hayalini.
Ben bu şehri sokak sokak biliyorum.
Sabahları Bandabuliya’da kalabalıklar arasında yürümeyi,
Helvacıdan gelen taze helva kokusunun burnuma dolmasını…
Küçük bir dükkânın önünde kahve içen esnafla sohbet etmeyi…
Her şeyini bilirim Lefkoşa’nın.
Ama artık bazı sokaklar yasak değil, sadece eksik.
Geçilebiliyor evet, kimliğini uzatıyor, sınırdan yürüyerek geçiyorsun.
Lokmacı Barikatı'ndan adım atınca başka bir dünya başlıyor.
Ama ara bölge hâlâ dikenli tellerle bölünmüş,
ve zaman orada hâlâ durmuş gibi.
Ledra Caddesi’ne çıkan sınırda duruyorum bazen.
Karşıdan gelen bir rüzgâr yüzüme çarpıyor,
bir pencere, bir balkon, bir gölge…
Hepsi tanıdık ama yine de yabancı.
Çünkü bu şehir sadece bedenle değil, kalple de bölünmüş.
Ve bu şehir hâlâ kalpten kalbe bir yol ister.
Eskiden Lefkoşa sadece Türklerin ve Rumların şehri değildi.
Ermeniler de yaşardı bu sokaklarda.
Çan sesleriyle ezanlar birbirine karışır,
bayramlar, yaslar, hikâyeler paylaşılırdı.
Aynı fırından ekmek alınır, aynı meydanda çocuklar oynardı.
Şimdi o çok sesli şehrin sesi kısıldı.
Herkes kendi tarafında, kendi suskunluğunda.
Şimdi o hikâye iki parçaya ayrıldı.
Aynı kitabın farklı dillerde yazılmış iki yarısı gibi.
Ne sen beni tam anlarsın, ne ben seni.
Ama içimizde bir yerde hep o eksik parça var.
Tamamlanamayan bir cümle gibi kalıyoruz.
Belki bir gün…
Çocuklar birlikte güler yeniden.
Karpaz’dan Larnaka’ya, Girne’den Baf’a yollar yeniden bir bütün olur.
Bandabuliya’nın kalabalığıyla,
helvacının sıcak kokusuyla,
birlikte yaşamanın sesiyle dolar yeniden Lefkoşa.
Ve sen, Lefkoşa…
Yarısı bende kalan şehir…
İşte O gün tam olursun.
“Cadı avının yeni hedefi kütüphaneler…”
Murat TÜRKER/BİAMAG
Muhafazakâr kesim baskının, yasakların, sansürün yoğunluğunu suni gündemler yaratarak artırırken, medeniyetin temelindeki bilgileri bile çarpıtmak onlar için kullanışlı argümanlar haline gelebiliyor.
Bu görselde, açık bir kitap alevler içinde yanıyor. Sayfalar parlak turuncu ve sarı tonlarda yanan ateşin içinde kıvrılıp kararmış durumda. Bazı sayfalar kısmen okunabilirken, çoğu ateşin etkisiyle kıvrılmış, kömürleşmiş veya kül haline gelmiş. Duman, alevlerin arasından yukarı doğru hafifçe yükseliyor.
Trump’ın verdiği gazla Beyaz Hristiyan Milliyetçiliği ABD’de almış başını yürüyor.
Toplumsal düzenin her alanındaki saldırıları son zamanlarda bilgi........
© Yeni Düzen
