menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Yeni bir milli kimlik ne anlama geliyor? - II

11 0
07.06.2025

Öncelikle bütün okuyucularımın Kurban Bayramı’nı kutlarım. Kurban yakınlık anlamına gelir. Yüce Allah’tan dilerim ki, bu Bayram sadece et yeme bayramı olarak kalmasın, hepimizin Allah’a yakınlığının arttığı bir Bayram olsun.

1.GİRİŞ

Bugün Pazartesi günkü yazımın devamını sizlerle paylaşıyorum. O yazıda ünlü Fransız filozof Henri Bergson’un zaman kavramı ve onun Ahmet Haşim, Yahya Kemal ve erken dönem Cumhuriyet muhafazakârları üzerindeki etkisinden bahsetmiştik. O dönem muhafazakârları Cumhuriyet Devrimleri’nin tepeden inme tarzı sebebiyle milli kimliğin kırılmasına yol açacağı endişesini dile getiriyorlardı. Bu bir vakaydı ancak Cumhuriyetin kuruluş süreci ve Milli Mücadele’de edinilen deneyimlerle bakacak olursak, bu aynı zamanda bir zorunluluktu. Hızla sanayileşmek ve şehirlileşmek zorundaydık.

Bu zorunluluk ister istemez toplumda farklı yaşam tarzlarına sahip grupların ortaya çıkmasına yol açtı. Buna Şerif Mardin Hoca “mahalle” adını vermişti. Mevcut iktidar farklı “mahalleler” arasındaki gerginlikten beslenerek ve şehirlerde iç göç yoluyla öbeklenmiş taşralı grupların temsilciliğini üstlenerek iktidara yürüdü ve hala daha da iktidardadır. Acaba bugün kendini “milliyetçi ve muhafazakâr” ilan eden Cumhur İttifakı’nın politikaları ne kadar muhafazakârlığı temsil etmektedir? Bir muhafazakâr devlet eliyle vatandaşa “yeni bir milli kimlik” biçer mi, biçilmesine rıza gösterir mi? Bu yazıda ilk önce muhafazakârlığı tanımlayacağız, daha sonra sosyologların milli kimlik ve kimliğin değişimi hakkındaki görüşlerini ele alacağız. En sonunda da bugünkü iktidarın ne kadar muhafazakâr olduğu sorusunu sizin takdirlerinize bırakacağız.

2. MUHAFAZAKÂRLIK NEDİR, NE DEĞİLDİR?

Muhafazakârlık, çoğu zaman yüzeysel biçimde “geçmişi savunmak” ya da “yeniliğe karşı çıkmak” gibi algılansa da, aslında çok daha derin bir tarih ve akıl yürütme biçimidir. Kökleri 18. yüzyıl sonlarına, özellikle Edmund Burke’ün 1790 tarihli Fransız Devrimi Üzerine Düşünceler adlı eserine kadar uzanır. Burke, devrimlerin toplumları köklerinden kopardığını, bu kopuşların da özgürlük değil, kaos ve otoriterleşme getirdiğini savunur. Ona göre toplumsal düzen, ataların birikimiyle, geleneklerin taşıdığı bilgelikle ve zamanla sınanmış kutsanması değil; geçmişin sunduğu kolektif hafızaya güvenme tavrıdır.

Burke’ün temel savı şudur: Değişim kaçınılmazdır, ancak bu değişim organik olmalı, toplumun kendi ritmiyle, deneyimleriyle ve tarihsel sürekliliğiyle uyumlu ilerlemelidir. Yani muhafazakâr, değişime karşı olan değil; yıkıcı ve kopartıcı değişime karşı çıkan kişidir. Bu bağlamda, Burke'ün düşüncesiyle Yahya Kemal’in “kökü mazide olan âti” fikri arasında doğal bir akrabalık kurulabilir. Her iki düşünür de, bir toplumu geleceğe taşımak için onun geçmişinden utanmamak gerektiğini, değişimin ancak geçmişin içinden çıkarak anlamlı hâle geleceğini savunurlar.

Yirminci yüzyılda Michael Oakeshott, muhafazakârlığı bir ideoloji değil, bir tavır ve dikkat biçimi olarak tanımlar. Oakeshott’a göre muhafazakâr kişi, mevcut olanın kıymetini bilen, bilinmeyene atılmadan önce mevcut yapının iç tutarlılığını gözeten kişidir. Bu bakımdan muhafazakârlık, riskten değil; unutkanlıktan korkar. Çünkü unutmak, birikimin kaybıdır ve bu kayıp, toplumun kökünü kurutur. Dolayısıyla, bugün Türkiye’de sıkça gördüğümüz ve kendisini muhafazakâr olarak tanımlayan pek çok siyasi duruşun, aslında radikal bir kimlik mühendisliğine soyunduğu söylenebilir. Zira “geriye dönük bir devrim”........

© Yeni Birlik