Yeni bir milli kimlik ne anlama geliyor? - II
1.GİRİŞ
4. MUHAFAZAKÂRLIK NEDİR, NE DEĞİLDİR?
Muhafazakârlık, çoğu zaman yüzeysel biçimde “geçmişi savunmak” ya da “yeniliğe karşı çıkmak” gibi algılansa da, aslında çok daha derin bir tarih ve akıl yürütme biçimidir. Kökleri 18. yüzyıl sonlarına, özellikle Edmund Burke’ün 1790 tarihli Fransız Devrimi Üzerine Düşünceler adlı eserine kadar uzanır. Burke, devrimlerin toplumları köklerinden kopardığını, bu kopuşların da özgürlük değil, kaos ve otoriterleşme getirdiğini savunur. Ona göre toplumsal düzen, ataların birikimiyle, geleneklerin taşıdığı bilgelikle ve zamanla sınanmış kurumlarla inşa edilir. Muhafazakârlık, geçmişin kutsanması değil; geçmişin sunduğu kolektif hafızaya güvenme tavrıdır.
Burke’ün temel savı şudur: Değişim kaçınılmazdır, ancak bu değişim organik olmalı, toplumun kendi ritmiyle, deneyimleriyle ve tarihsel sürekliliğiyle uyumlu ilerlemelidir. Yani muhafazakâr, değişime karşı olan değil; yıkıcı ve kopartıcı değişime karşı çıkan kişidir. Bu bağlamda, Burke'ün düşüncesiyle Yahya Kemal’in “kökü mazide olan âti” fikri arasında doğal bir akrabalık kurulabilir. Her iki düşünür de, bir toplumu geleceğe taşımak için onun geçmişinden utanmamak gerektiğini, değişimin ancak geçmişin içinden çıkarak anlamlı hâle geleceğini savunurlar.
Yirminci yüzyılda Michael Oakeshott, muhafazakârlığı bir ideoloji değil, bir tavır ve dikkat biçimi olarak tanımlar. Oakeshott’a göre muhafazakâr kişi, mevcut olanın kıymetini bilen, bilinmeyene atılmadan önce mevcut yapının iç tutarlılığını gözeten kişidir. Bu bakımdan muhafazakârlık, riskten değil; unutkanlıktan korkar. Çünkü unutmak, birikimin kaybıdır ve bu kayıp, toplumun kökünü kurutur.
Dolayısıyla, bugün Türkiye’de sıkça gördüğümüz ve kendisini muhafazakâr olarak tanımlayan pek çok siyasi duruşun, aslında radikal bir kimlik mühendisliğine soyunduğu söylenebilir. Zira geriye dönük bir devrim yaparak toplumu yüz yıl öncesine taşımaya çalışmak, geleneksel muhafazakârlığın değil; devrimci müdahaleciliğin yöntemidir. Gerçek muhafazakâr geçmişi silerek değil, geçmişi yorumlayarak ve taşıyarak yaşatır. Tarihi tekrar etmek değil, tarihî süreklilik içinde kendiliğinden dönüşen bir kimlik inşa etmeye çalışır. Bu bağlamda bugünkü siyasi eğilimler, Burke’ün ya da Oakeshott’un çizdiği muhafazakârlık tanımının oldukça dışındadır; belki de tam karşısındadır.
5. MİLLİ KİMLİK NASIL OLUŞUR VE NASIL DEĞİŞİR?
Milli kimlik, sadece bir “biz kimiz?” sorusuna verilen cevap değil, aynı zamanda “nasıl hatırlıyoruz?”, “neleri kutsuyoruz?” ve “neye ait hissediyoruz?” sorularının da cevabıdır. Bu kimlik, herhangi bir anda verilmiş nihai bir karar ya da devlet eliyle tanımlanmış sabit bir kategori değildir. Aksine, zaman içinde birikerek oluşan, toplumsal hafıza, ortak acılar, sevinçler, ritüeller, semboller ve anlatılar yoluyla inşa edilen dinamik bir aidiyet biçimidir. Bu nedenle milli kimlik, tarihsel süreçte hem süreklilik gösteren hem de dönüşen bir yapıdır; tıpkı Bergson’un süre kavramında olduğu gibi, katı değil akışkandır, ama kendine özgü bir ritmi ve yönü vardır.
Sosyolojik kuramlar bu süreci farklı şekillerde tanımlar. Émile Durkheim, kimliği kolektif bilinç üzerinden okur. Ona göre bir toplumun varlığını sürdürebilmesi, ortak değerlere, sembollere ve kutsallara sahip olmasıyla mümkündür. Bu ortak bilinç, geleneksel toplumda “mekanik dayanışma” yoluyla sağlanırken, modern toplumda “organik dayanışma” ve iş bölümüne dayalı bir yapı gerekir. Eğer bu geçiş çok hızlı ve köksüz olursa, toplumda anomi (normsuzluk ve belirsizlik) ortaya çıkar.........
© Yeni Birlik
