"Böyle nereden gelip nereye gidiyorsun hocamın oğlu?"
Atımı çalıların birine bağladım. Verilenleri aldım heybeye yerleştirdim. Vakit kaybetmeden de vedalaşıp, ayrıldım.
İmtihan neticelerini öğrenip kesin kaydımı yaptırdıktan sonra köye gitmek üzere yola çıktım. Asfaltta tekerleklerin sesi bana bir ninni gibi geliyordu. O kadar yorulmuştum ki; ta Erzurum’a kadar hep uyudum desem yalan söylememiş olurum. Otobüs, ata dede köyümüz olan Aha'nın içinden geçiyordu. Kahve Pınarı'nın yakınında indim. Amcamlara uğradım. Hâl hatır sorulup yemekler yenildikten sonra Osman amcamın atını alarak Sütpınar’a doğru dehledim.
Şekerli köyünü geçtikten sonra Salih Dayı'nın bostanına uğradım. Yolun sol tarafında büyükçe bir tarlaydı ve sahibi bizi ailecek tanıyordu. Yaklaştım, selâm verdim. - Ve aleyküm selâm ve rahmetullah ve berakâtüh Hocamın oğlu. Böyle nereden gelip nereye gidiyorsun? - İstanbul’dan geliyorum Salih Dayı. - Tövbe tövbe! Bu atla mı? - Güldürme beni Salih Dayı! Bizim köyde otobüsten indim. Osman Amcamın atını aldım, şimdi de........
© Türkiye
