Doğmadan doğurmak
Havva… Hiç doğmadı aslında. Bir annenin rahmine düşmedi, bir kalbin ritmiyle taşınmadı aylarca.
Dünyaya hazırlanmadı. Görmeden duymayı, duymadan sevmeyi bilmedi.
O, sonsuz nimetlerin vadinde bir eş olmaya geldi Adem’e.
Ama ya canı yandığında? Nasıl ağlıyordu acaba? Yoksa ağlamak da bir doğma biçimi değil miydi?
Varoluşu sadece yemek, içmek, doyurmak ve kadınlık görevleriyle mi sınırlıydı?
Oysa içinde uyanmaya çalışan bir “insan” vardı. Ama kimse sormadı: İnsan mısın, anne mi?
Henüz yaratılışın başında, yaşamı sadece içgüdüsel biçimde sürdüren bir tablo çizilmişti.
Ve o tablonun kıyısında, daha kendisi büyümeden büyütmeye zorlanan kadınların izi vardı.
Yüzyıllar öncesinden bugüne, hala sürüyor bu kader zinciri.
Adı, sanı, kimliği hatta tüm benliği elinden alınan kadınlar, yalnızca bir adama ait olduklarına inandırıldılar. Cennette eş, yeryüzünde tarla… Ama kimse “insan” demedi onlara. Bedenleriyle, renkleriyle, saçlarının teliyle değer biçildi.
Oysa onlara isimler konulurken – sevgi, şefkat, huzur – bu kavramlar hiç taşınmadı ruhlarına. Sadece beklentiler........
© Tigris Haber
