Boza mı çocuk mu?
Zihnimi bazen beni unutmuş kendi başına kurduğu hayallerin peşine dalarken yakalıyorum. Önce kaşlarımı çatıp ‘ne oluyor?’ diye soracak oluyor, arkasından zevk dolu merakla geri çekilip ‘dur bakalım biraz koşsun, eve kapanmış hasta çocuk misali onun da baharda patlayan kuzular benzeri çayır çimende zıplamaya hakkı var’ diyerek sakinleşiyorum. Hatta nicedir onu bu halde yakalıyor olmam artık onun bunu bir alışkanlığa dönüştürdüğünün göstergesi sayılabilir mi? Kim bilir belki benim yorulmuş bedenim için onun yarattığı tazeleme hamlesidir . Hatta ‘insanı alışkanlıklarına bırakmak onu ölüm haline terk etmektir’ diye mırıldanıyordur. Gün gelir, dikkat kesilir neyi niçin mırıldandığını, dilinin altında hangi baklayı sakladığını da bulurum ya, neyse…
Benimkisi, yani zihnim, kendi keşfettiği kırlara erkenden gidip ışığın ve renklerin cilveleriyle sarhoş, sadece gördüklerini değil içinde oraya taşıdıklarını da tuvaline yansıtmak sevdasındaki ressamdır bazen. Tabloyu çoktan tasavvur etmiştir. Ya da bundan vazgeçip zemherinin iyice azıttığı bir Aralık gecesi, şehrin eski bir semtinin denize çıkan sokağında, bir baba ile oğlunu, gece yarısına ramak kala bağırtıyordur. Önce baba iddialı ve alışık, arkasından çocuk hevesli ve acemice ünlüyorlardır: ‘Boooozaaaaa…’ ‘Buzaııı’. Çocuğun sesi adamın yedeğinde, kopmak üzere olan bir uçurtma kuyruğu intibaı veriyordur.
Bu tabloyu başka bir görüntüyle tamamlıyor zihnim. Daha doğrusu sanki bir kamera hareketi geçişiyle, bir görsel efekt varmışçasına, çocuğun yitik sesinden aynı sokaktaki apartmanlardan birinin odasına kaydırıyor hareketini. İlkokul çağındaki çocukları az önce bin naz, öpücük, yarına dair vaatle uyutulmuş ve gecenin merhametine emanet edilmiş, yaşamak üzerine iki kelam eden orta yaşlı karı kocayı buluyor kamera. Kadın, zamanın ne de hızlı aktığından dem vurup, durmak bile hareket sayılır dünyada derken, adamın sesi daha yakından ve gür ; ‘Booooozaaaaaaa’. Kadın gülümsüyor. Gamzesi derinleşiyor. Dur diyor adam, duymadın mı? Neyi diyor kadın? Çocuğu canım. Yeni uyudu ya. Yoksa düştü mü? Yok yok, ne düşmesi artık bu yaşta, o eskidendi diyor adam sakince, bozacı ço…Cümlesi tamamlanmadan tiz ve sevimli ses, kadının az önce uyuttuğu çocuğa doğru koşar gibi açılıyor. Buuzıııaaaa. Ne kadar güzel diyor kadın. Şimdi bu boza alınmaz mı?
Hemen içmesek bile mutlaka alalım, bir babayla çocuğun şiirine her zaman rastlanmaz diyor kadın pencereye yönelirken. Adam, aklından geçeni içinde tutmuyor, biliyor musun ben de küçük bir çocuk olmak, bir kış gecesi babamla yan yana böyle boza satmak isterdim diyor. Kadın boynuyla geri bakıp, geçmiş fiilen geri alınamıyor ama çoktan o çocuğu kendin sayabilirsin dercesine kollarını adama açıyor. Adam yutkunacak oluyor, önceden masada doldurulmuş ayaklı bardaktan bir yudum çekiyor. Çocuk uyuduktan sonra bir film izleyip izleyemeyeceklerine karar vereceklerdi halbuki. Şimdi ses, gecenin ayazından odanın sıcaklığana sızan ses, her şeyi erteliyor. O an zihnime göz ucuyla baktım, kendisini izlediğimin farkında, her an........
© tarihistan.org
