Bilim ve siyaset (4) | Halk sağlığı: Sessiz felaketlerin bilimi
Diğer
24 Ağustos 2025
Karikatür: Yakup Karahan
Geçen haftadan devam...
Bilim ve siyaset ilişkisi üzerine Psikiyatrist Dr. Oya Saldı Özgür ile söyleşimizin geçen haftaki 3. Bölümünde, bilimsel bilginin yalnızca nesnel gözlem ve deneyle değil, aynı zamanda içinde var olunan toplumsal, kültürel ve politik bağlamlarla şekillendiğini tartışmıştık. Bilimin, iktidar ilişkilerinden ve siyasi çıkar çatışmalarından bağımsız olamayacağını; araştırma sorularını kimin sorduğu, hangi çalışmaların fonlandığı ve neyin “önemli” sayıldığının bu bağlamlardan etkilendiğini vurgulamıştık. Paul Feyerabend’in yöntemsel çoğulculuk ve Thomas Kuhn’un paradigma kavramları eşliğinde, bilimsel ilerlemeyi sağlayan araştırmaların tek bir yöntemle sınırlanamayacağını, aksine çoğu zaman bu kuralların dışına çıkılarak mümkün olabileceğini ele aldık. Katılımcı araştırmaların, açık bilim uygulamalarının ve etik duyarlılığın bilimsel süreçlerdeki yerini sorgularken, özellikle pandemi sürecinde siyasetin bilime nasıl müdahale ettiğini ve bilimsel bilginin nasıl araçsallaştırıldığını örneklerle göstermeye çalıştık. Bu hafta, sağlık hizmetlerinin kime, nasıl ve ne ölçüde sunulacağına ilişkin kararların politik süreçlerle nasıl şekillendiğini konuşuyoruz.
Tıp genellikle tamamen insani bir alan olarak görülür – bilime dayanır, iyileştirmeye ve hastalıkları önlemeye adanmıştır, siyasi etkiden muaftır. Ancak tarih, felsefe ve günümüz gerçekleri, tıbbın – sadece tedavi edici değil, koruyucu yönüyle de – siyaset tarafından derinden şekillendirildiğini ortaya koymaktadır: Neyin tedavi edildiği, hangi hastalıkların önlendiği, kimin erişebildiği ve sağlığın nasıl tanımlandığı gibi sorular doğrudan siyasi kararlarla belirlenmektedir. Bugün bile savaş, göç ve ulusal güvenlik politikaları, kimin bakım alacağını ve kimin geride kalacağını tayin etmektedir.
Oya’ya hayran olduğum Prof. Bicknell’den bahsediyorum, Boston Üniversitesi’nin ünlü halk sağlıkçısı Prof. William Bicknell’in, emekli olmadan önce verdiği son derste söylediği şu sözlerden: “Halk sağlığı, kimin ne zaman ve ne derece sefaletle öleceğine karar verme sanatı ve bilimidir. Ya da kimin daha uzun, daha az sefil ve daha mutlu bir hayat yaşayacağına karar verme sanatı ve bilimi. İkincisiyle başlanırsa, karar vericiler işi yüzlerine gözlerine bulaştırdığında insanları öldürdüklerini unuturlar.”
Bicknell, halk sağlığının genel tıptan çok daha tehlikeli olduğunu da söylüyor. Doktorlar genelde bireyle ilgilenirken, halk sağlıkçıları (dolayısıyla Sağlık Bakanlıkları) kitlelerle ilgilenmek durumundalar. İşte bu yüzden kötü halk sağlığı profesyonelleri ve dolayısıyla yetkililerin aldığı kötü kararlar, kötü doktorlardan çok daha tehlikelidir. Çünkü yapılan daha az sorumlulukla daha fazla insanın öldürebileceğinden başka bir şey değildir.
Bicknell’in perspektifinden, bu ülkede kimin ne zaman ve ne derece sefaletle öleceğine karar verme süreçlerini nasıl gördüğünü soruyorum Oya’ya. “Klasik bir örnek vardır,” diye söze giriyor Oya: “Üç adam hızla akan bir derenin kenarında akışın yukarısına doğru yürürlerken, aniden onlara doğru gelen bir bebek görürler. Adamlardan en tez canlı olanı bebeği yakalamaya koşup, onu kurtarmaya çalışır. Az sonra aynı yönden ikinci bir bebek gelir ve diğer adam bu kez bir sopa yardımıyla ileride bir yerde set kurup suyun önünü kesmeye, böylelikle bebeği sudan çıkarmaya çalışır. Üçüncü kez bir bebek geldiğinde ise adamların üçüncüsü bebeği yakalamaktansa, tam tersi tarafa, derenin hızla akıp geldiği yöne doğru son hızla koşmaya başlar. İzleyenler şaşırır, ama adam........© T24
