menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bilim ve siyaset: (2) Sağlık araştırmalarında güç dinamikleri

27 28
10.08.2025

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

10 Ağustos 2025

Karikatür: Yakup Karahan

GEÇEN HAFTADAN DEVAM

Psikiyatrist Dr. Oya Saldı Özgür ile bilim ve siyaset ilişkisi üzerine söyleşimizin geçen haftaki 1. bölümünde, bilimsel düşüncenin tarihsel süreçte otoriteyle nasıl çatıştığını tartıştık. Galileo’nun Engizisyon tarafından yargılanmasından başlayarak, bilimsel bulgulara karşı gösterilen direnç bağlamında, geçmişte Descartes’ın otosansürü ve günümüzde Prof. Kayıhan Pala vakasıyla birlikte, siyasi, toplumsal ve kurumsal baskılar altında bilimin nasıl şekillendiğini yorumladık. Henrik İbsen’in “Bir Halk Düşmanı” oyunu örneğinde ise, bu çatışmanın evrenselliği ve güncelliğini vurguladık. Bilimin özgürce gelişimi için, Galileo’dan Dr. Stockmann’a uzanan çizgide, cesur bilim insanlarının sesini yükseltmesinin önemini tartıştık. Bu haftaki söyleşimizde, sağlık araştırmalarının, donör politikaları ve kurumsal önceliklerle nasıl biçimlendirildiği ve niteliksel araştırmalara yönelik önyargıları, akademik değerlendirme süreçlerindeki tek tipçiliği, katılımcı ve bağlama duyarlı araştırma yaklaşımlarının önemini ve siyasi otoritenin resmi gerçekliği inşa etmek için araştırmaları kontrol altına alma çabalarını tartışıyoruz.

Uluslararası bağımsız bir girişim ve inisiyatif olarak 1987 yılının sonuna doğru kurulan Temel Ulusal Sağlık Araştırmaları Komisyonu (Commission on Essential National Health Research), gelişmekte olan ülkelerde insanların sağlığını iyileştirmeyi amaçlamıştı. Bu amaç, bütün dünyada büyük ölçüde göz ardı edilmiş olsa da araştırmanın bu hedefe ulaşmada olağanüstü bir güce sahip olduğu inancına dayanıyordu.

Komisyonun üyeleri farklı ülkelerden ve disiplinlerden gelen şu uzmanlardan oluşuyordu: John R. Evans (Kanada) başkan, Gelia T. Castillo (Filipinler) başkan yardımcısı, Fazle Hasan Abed (Bangladeş), Sune D. Bergstrom (İsveç), Doris Howes Calloway (ABD), Essmat S. Ezzat (Mısır), Demissie Habte (Etiyopya), Walter J. Kamba (Zimbabve), Adetokunbo O. Lucas (Nijerya), Adolfo Martinez-Palomo (Meksika), Saburo Okita (Japonya), ve V. Ramalingaswami (Hindistan). Komisyonun çalışmaları Avrupa, Kuzey Amerika, Asya ve Latin Amerika’dan gelen, 16 farklı bağışçının oluşturduğu çeşitliliğe sahip bir grup tarafından desteklenmişti.

Girişim 1990’da Sağlık Araştırması: Kalkınmada Eşitlik İçin Temel Bağlantı başlıklı raporunu yayınladı. Raporda komisyon, gelişmekte olan ülkelerde en çok görülen hastalık yükünü, gelişmiş ülkelerdeki insanların en çok görülen sağlık sorunlarına odaklanan araştırmalara yapılan yatırımlar ile kıyasladı ve aralarında büyük bir uyumsuzluk olduğunun altını çizdi. Dünyada sağlık araştırmaları için yapılan tahminen 30 milyar dolarlık harcamanın sadece yüzde 5'i olan 1,6 milyar doların, gelişmekte olan ülkelerdeki insanların sağlık sorunlarına ayrıldığını ve gelişmekte olan ülkelerde beklenen ömür ortalamasına ulaşamadan kaybolan yaşam yıllarının toplamının, tüm dünyada beklenen ortalama ömür sürelerini doldurmadan kaybedilen yaşam yıllarının yüzde 93'ünü oluşturduğunu rapor etti.

Komisyon, bazı önemli sağlık konularının ele alınmasına karşın, politika, sosyal bilimler, epidemiyoloji ve yönetim araştırmalarının görece ihmal edildiğini belirtti. Biyomedikal ve klinik araştırma girişimlerinin biraz daha güçlü olduğunu, ancak bu alanlardaki kapasite

güçlendirme çabalarının mütevazı ölçekte kaldığını ve dar hedefli olduklarının altını çizdi.

Yüksek gelir düzeyine sahip ülkelerin dışında kalan ülkelerde, genel olarak, araştırma kapasiteleri oldukça sınırlı. Bu sınırlılık, tıpkı başka yerlerdeki araştırma bulgularını özümseme kapasitelerine benziyor. Sonuçta, ülkedeki sağlık sorunlarına çözüm üretecek, politikaya yön verecek, biraz daha ileri giderek söyleyecek olursak, küresel sağlığa katkıda bulunacak kalitede, dişe dokunur bir çalışma ne yazık ki, çıkmıyor (ya da düşünülmüyor, planlanmıyor). COVID-19 pandemisi döneminde bile büyük artış gösteren araştırmalar ve yayınlar, bunun en açık örneğini oluşturuyor.

Kuşkusuz, bilimsel araştırma dünyası politik etkilerden bağımsız değil. Sonuçta araştırma öncelikleri araştırmacı bilim insanlarından çok, gücü (ve parayı) elinde bulunduran kesimlerce belirleniyor. Olay son kertede, ülkedeki sağlık politikasına kitleniyor. Psikiyatrist Dr. Oya Saldı Özgür de gerek sağlık ocağında gerekse devlet hastanesi polikliniğindeki deneyimlerinden yola çıkarak, en açık ifadeyle kalıcı bir sağlık politikamız olduğunu düşünmediğini söylüyor. Oya, “Çünkü bana göre, bir konuda politika üretebilmek için, o konuda yeterli deneyim ve bilgi sahibi, bilimsel bakış açısına sahip, olaylara yalnızca kar-zarar ekseninden bakmayacak, kendi kişisel çıkarlarının peşine düşmeyecek, alınan kararların dünkü, bugünkü ve hatta yarınki sonuçlarını değerlendirebilecek bireylerin etkin olmaları beklenir.” diyor, “Oysa bizde sistem, Tabip Odaları gibi işleyiş hakkında sahayı bilen kurumsal yapılardan, üniversitelerin halk sağlığı birimlerinden beslenmiyor hatta çoğu kez onları karşısına alıyor. İş böyle olunca günlük pratikte, başvuranın anlık memnuniyetine endeksli, çoklukla yetersizlikler nedeniyle sağlık personeli ile sağlık hizmeti almak isteyeni karşı karşıya getiren bir işleyiş, tabiri caizse işletme bakışı hüküm sürüyor. Bu gerçekçi bir politika olsaydı, politikanın kelime anlamı gibi sorunların çözümü için izlenecek yol yöntem diyebileceğimiz, samimi bir yaklaşımı içerirdi. Acaba, sorun dediğimiz unsurlar da mı farklı? Farklı sorunlar tanımlandığında farklı değişkenleri test ettiğimiz gibi, araştırmaların da tıpkı işleyiş gibi günü geçiştirmeye yönelik olduğunu söyleyebilir miyiz?”

Günü geçiştirmeye mi yönelik bilemiyorum, ama üniversitelerimizdeki halk sağlığı anabilim dallarında yapılan uzmanlık ya da doktora tez konularına baktığımda, çoğunlukla alana yeni bir soluk getirmeyen çalışmalarla karşılaştığımı, Oya’ya anlatıyorum. Bunu söylerken, bir uzmanlık ya da doktora tezinin yalnızca yeni bilgi üretmeyi hedeflemediğinin, aynı zamanda bir uzmanlık ya da doktora öğrencisinin bağımsız ve özgün bilimsel araştırma yapma yetkinliğini gösterdiği bir süreç olduğunun farkındayım. Elbette her tezin devrimsel sonuçlar sunması beklenmez, ancak çalışmanın en azından özgün bir bakış açısı, yeni bir bulgu ya da literatürdeki bir boşluğu doldurması gerekir.

Üniversitelerin tez veri tabanlarına baktığımda, çoğu konunun oldukça yüzeysel olduğunu, bazı tezlerin ise kullanılan yöntem açısından bile stajyer araştırması seviyesini aşmadığını görüyorum. Türkiye’den ayrılmadan bir yıl önce doçentliğe başvurduğumda sunduğum yayın dosyam, o dönem için yenilikçi sayılabilecek, halk sağlığı alanında öncü nitelikteki nitel araştırmalarla doluydu. Planlayıcısı ve yazarı olduğum bu çalışmalar, anlamlar, yorumlar, duygular, deneyimler ve süreçlere odaklanan; gözlem, derinlemesine görüşme, odak grup ve belge analizi gibi niteliksel yöntemlerle yürütülmüştü. Uzmanlık eğitimi sırasında yaptığım tez çalışmasıyla bir araştırma sorusunu tanımlayabildiğimi, bu soruya uygun bir çalışma tasarlayıp uygulayabildiğimi, veri toplayıp analiz edebildiğimi ve tüm bunları sınırlı zaman ve kaynaklarla gerçekleştirme becerisine sahip olduğumu gösterdiğimi düşünerek, dolayısıyla artık kendimi ispatlama kaygısı taşımıyordum. Bu heyecan verici niteliksel araştırma yöntemlerine tutkuyla bağlanmış ve bir süredir tüm emeğimi bu alana hasretmiştim.

Dosyamda, nitel araştırma yöntemlerinin bilim dünyasındaki yerini sorgulayan, Araştırma Dünyasında Ateşkes: Üç Açılı Değerlendirme başlıklı yazımın yanı sıra, Gelişmekte Olan Ülkeler İçin Uluslararası Beslenme Vakfı tarafından yayımlanan RAP (Rapid Assessment Procedures) – Sağlıkla ilgili programların planlanması ve değerlendirilmesi için nitel metodolojiler kitabında, veri toplamada videonun rolünü ele alan, bana ait kısa bir bölüm de yer alıyordu. Dosyama ve çalışmalarımın özgünlüğüne o kadar güveniyordum ki, jüri başkanının, “Dosyanı inceledik, daha fazla niceliksel araştırma yapman lazım” diyerek beni dışarı davet etmesi karşısında öyle büyük bir şok yaşadım ki, o an ne söyleyeceğimi bilemedim. Ancak bu olumsuz değerlendirmeyi yanıtsız bırakmak içime sinmedi. Dışarıda birkaç dakika soluklandıktan sonra, kapıyı aralayarak başımı içeri uzattım ve ‘Bu aldığınız kararla hayatımı........

© T24