Demokrasi olmadan barış, barış olmadan demokrasi olabilir mi?
Diğer
07 Kasım 2025
“Barış” diyen, barış gazeteciliği adına kendisini, yarınını riske atarak öncülük yapmaya çalışan herkes -ki sayıca çok az- demokrasinin tesisi adına önemli bir iş yapıyordur bana göre.
İçinde yaşamakta olduğumuz gerçekliğin dününden de bugününden de hoşnut değilsek, değişmesini istiyorsak taşın altına da elimizi koymalıyız şüphesiz.
Türkiye toplumunun ve siyaset yapan insanların çoğunluğundan farklı olarak “Kürtleri, Kürt meselesini Abdullah Öcalan’ın düşünceleriyle harmanlayarak okumak gerekir” diyenler,
“Örgüte de fikir düzleminde, siyasi bir perspektifle bakmak gerekir” diyenler,
Demokrasi meselesinde de çıtayı çok yüksek beklentilere koyan insanlar olmalıdır, diye düşünüyorum.
Yani sadece kendisi ve benzerleri için demokrasi talebinde değil, aksine görülmemiş, yok sayılmış, yok edilmeye çalışılmış, hatta ‘düşmanlaştırılmış’ olanın hakkına da sahip çıkarak, herkesi kapsayan gerçek bir demokrasiyi hayal etmektedir.
Şimdilerde barış sürecini destekleyenlere ‘önce demokrasi peşinde koşulması gerektiği’ne dair diskurlar çekildiğine tanıklık ediyorum, bizzat maruz da kalıyorum bazen.
Oysa soru basit: Demokrasi olmadan barış, barış olmadan demokrasi olabilir mi?
Peki ya Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hiç demokratik bir dönem oldu mu ki?
Demokrasi olmadan sadece kesimlerin, güce yakın oldukça özgür, adil yaşadığı bir ülkede sistemi baştan okumak ve hatta kurgulamak gerektiği görüşündeyim.
“Karadenizli İmamoğlu’nu cezaevinde tutan süreç İmralı’dan Öcalan’ı mı çıkaracak, bunu asla kabullenmeyiz” diyen CHP’lileri de esefle kınıyorum açıkçası.
Çünkü Türkiye’de siyaset bedel ödeyerek yapılır. Etkin ideolojiye ters düşen devlet tarafından cezalandırılır ve yok edilmeye çalışılır.
CHP hayatında ilk defa bu potaya düştüğü için şaşkın olabilir, evet ama bizler için hadise nettir ve hep de bu netlikle süregelmiştir.
İmamoğlu’nun başına gelenlerin özeti de budur.
Israrla devleti iktidardan ayrı tutarak okuma yapmaya çalışmak belki de başlarına gelenlere bu kadar şaşırmalarına neden oldu, bilemiyorum ama 23 senelik tek adam rejiminde, devletin hâlâ kendi başına alabildiğine hareket özgürlüğü olan ayrı bir organizma olduğunu varsayabilmek de biraz ütopik olsa gerek.
Putin Rusya’sında devlet ne kadar devletse Erdoğan Türkiye’sinde de odur, kabullenmeden de girilecek her mücadele mağduriyetle sonuçlanmaya mahkûmdur.
Mücadele ettiğin yapıyı, “düşmanım” dediğin anlayışı, yapabileceklerini ve elindeki enstrümanları hesaba katmadan çıkılan her siyasi yol, umut tacirliğinden öteye gitmeyecektir ve gitmemektedir de zaten…
Yeniden tane tane anlatma gereğini görüyorum, zira bu konuda hiç ilerleme sağlayamadığımızı düşünüyorum.
Mevzu barışsa, bir müzakere masası........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Sabine Sterk
Robert Sarner
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d