menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Biraz çetrefilli, az biraz da muğlak: “Terörizm” ve “karşı terörizm” kavramları ve çalışmalarına dair (3)

17 0
24.08.2025

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

24 Ağustos 2025

“Terörizm” ve “karşı terörizm” kavramları ve çalışmalarına dair yazımın ilk iki kısmında, “terörizm”in tarihinden, tanımlama zorluklarından, tanımlamanın neden gerekli olduğundan ve elementlerinden; daha sonra da “terörizm” ve “karşı terörizm” çalışmaları ile Küresel Terörizm Endeksinden bahsetmeye çalışmıştım. Bu yazımda da “terörizm” çalışmalarının ön kabulüne kısaca değineceğim.

Son haftalarda TBMM’de kurulan “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” kapsamında yürütülmekte olan çalışmaların da somut bir şekilde gösterdiği gibi “terörizme” dair tartışmaların politika üretme süreçlerini belirleme gücünün hayli fazla olduğunu söyleyebiliriz. Bununla birlikte, “terörizme” dair kuramlar ve ön kabullerin, zaman içinde bu kavramın muğlak doğası nedeniyle değişime uğrama potansiyelini sürekli akılda tutmak gerekir.

Buradan hareketle, çok uzatmadan “terörizme” dair belli başlı beş ön kabul sıralayabiliriz:

(1) “Terörizm”in kaynağı yoksulluktur.

(2) “Teröristler” psikopattır.

(3) “Terör” giderek daha da ölümcül hale gelmektedir.

(4) “Terör” eylemleri çok büyük oranda Batı karşıtıdır.

(5) “Teröristler” amaçlarına ulaşmada başarılıdır.

Şimdi, bu ön kabullerin doğru, yanlış ya da bir mit olup olmadığına bakalım.

İlk ön kabul, daha çok “terörizm”in kökenine dairdir ve yoksulluğun, “teröristleri” yarattığını söyler. Örneğin, BM eski Genel Sekreteri Colin Powell, 2002 yılında bir toplantıda “terörizmin” sebebinin yoksulluk, cehalet ve umutsuzluk olduğunu belirtmiştir. Güney Afrikalı Başpiskopos Desmond Tutu da 2007’de yaptığı bir konuşmada yoksulluk, yaygın hastalıklar ve cehaleti bitirmediğimiz sürece, “terörizmin” bitmeyeceğini ifade etmiştir. Bu görüşün arka planında, insanın iyi olma halinin engellenmesi durumunda ortaya çıkan yıkıcı öfkenin, devlete ya da iktidara nasıl yöneltildiği vardır. Genellikle yoksul ülkeler veya bölgelerden kişilerin “terör” örgütlerinde bir araya gelmesi de buna somut örnek gösterilir. Buna ek olarak, özellikle kimi radikal sol gruplar, şiddet eylemlerini yoksullar adına yaptıklarını ifade ederler. Ancak bu böyleyse, neden iktidarlar -özellikle “terörizm” ve yoksulluk arasındaki bağlantıyı da genellikle bunlar kurar- yoksulluğu önlemek için önlemler almak yerine; zaman, insan kaynağı ve parayı başka yerlere kanalize ediyorlar? O halde bu bağlantı, gerçekten var mı yoksa ön kabulümüz bir mitten mi ibaret?

Örgüt liderleri üzerinden örneklediğimiz zaman, bu kişilerin her zaman yoksul olmadıklarını görürüz. Örneğin, Usama bin Ladin, zengin bir Suudi ailesinin oğluydu. Noel bombacısı lakaplı Ömer Faruk Abdulmuttalip de Nijerya’nın önde gelen ailelerinden birine mensuptu. Yine Norveç’te 80 kişinin ölümünden sorumlu Anders Breivik veya Almanya’da Ulrike Meinhof üst sınıfa mensup ailelerden gelmekteydi. Bir başka açıdan yapılan bir çalışmada, Avrupa’da cihatçı örgütlere katılan gençlerin, genellikle göçmen ailelerin çocukları olduğu ve çevrelerinden daha yoksul olmadıkları ortaya çıkarılmıştır. Genel olaraksa, her yoksul elbette bir “terör” örgütüne katılmıyor. Her ne kadar çeşitli endekslerde en yoksul ülkeler ile en fazla “terörist” saldırı olan ülkeler arasında anlamlı bir bağ olsa da (Sahel bölgesinde olduğu gibi), refah seviyesinde en altlarda olan tüm ülkelerin buna göre “terör” eylemlerinde de aynı sırayı takip etmedikleri görülür. Bir başka örnek, refah seviyesi o dönemde de yüksek olan ülkelerden İtalya, Japonya ve Almanya’dan verilebilir. Her ne kadar gelişmiş ülkelerden olsalar da 1960-70’lerde bu ülkelerde de pek çok eylem yapıldığı bilinmektedir. Akademik çalışmalar kapsamından baktığımızda da araştırmacı James Piazza’nın Rooted in Poverty (2006) isimli çalışmasında kişi başına düşen gelir, okur yazarlık oranı, düşük yaşam kalitesi, işsizlik gibi etkilerin “terörizm” ile doğrudan bağlantılı olmadığını ortaya koyduğunu görürüz. Benzer sonuç, Alan Krueger ve Jitka Maleckova’nın yoksulluk, eğitim ve “terörizm” bağlantısını araştırdıkları Hizbullah odaklı çalışmalarında da çıkmıştır. Buna karşın, çalışmalarında “terörizm”in daha çok, onur kırıcı davranışa maruz kalınınca ortaya çıkan hayal kırıklığı gibi hislerin motive ettiği politik durumlara bir yanıt olduğu ortaya çıkmıştır. Kısaca, her ne kadar doğrudan yoksullukla bağlantılı tekil örnekler bir hayli fazla olsa da henüz “‘terörizm’ yoksulluktan doğar” ön kabulü genellenebilir bir yargı olmaktan uzak görünmektedir.

İkinci ön kabul, “teröristler”in psikopat olduğuna dairdir. Bu ön kabulde temel mesele, bir insanın, masum başka insanları, hatta kimi durumlarda kendilerini de nasıl öldürebildikleridir. Bu kabul kapsamında, “normal” bir insanın böylesi bir eylemlilik içine eğer “akıl sağlığını” yitirmediyse yeltenmeyeceği düşünülür. Ancak bu durumda, örneğin, “unabomber” Tez Kaczynski, neo-Nazi Anders Behring Breivik, bir uçağı havaya uçurmak için ayakkabısına bomba koyan Richard Reid, 9/11 saldırılarının........

© T24