Tezer Özlü, varoluşun kıyısında hem ölü hem diri
Diğer
27 Temmuz 2025
Tezer Özlü’nün edebiyatı, bir insanın hayatı boyunca sahip olabileceği bütün iç yolluklarının ve ruhsal arayışının da öz düğümü olmuştur hep. Onun yazıları, yaşamın anlamını sorgulayan, ölümü bir gölge gibi sürekli yanında taşıyan ve özgürlüğe duyduğu tutkuyla varoluşsal bir başkaldırı sergileyen bir bilincin ürünü oldu daima. Özlü’nün eserlerinde, ruh hali, sabit bir durum olmaktan çok, dalgalı ve girdapları olan bir deniz gibi kimi zaman sakin, kimi zaman fırtınalı, ama her zaman hasta bir derinliğe sahip oldu. Onun yazılarındaki melankoli, sadece bir duygu durum bozukluğundan ibaret olmayıp modern insanın dünyayla ve kendisiyle olan çatışmasının da özeti oldu. Özlü, yaşamın anlamsızlığına karşı hem bir isyan hem de bir teslimiyet sergiledi çoğu zaman. Bu ikilik, onun eserlerinin temel taşlarından birini oluştururken, kendi varoluşsal sorgulamalarıyla yüzleşmeye de zorladı onu, yaşadığının farkında olduğu her an. Özlü’nün ruh hali, özellikle “Çocukluğun Soğuk Geceleri” ve “Yaşamın Ucuna Yolculuk” gibi eserlerinde, çocukluktan yetişkinliğe uzanan bir travma zincirinin izlerini taşıdı. Çocukluğunda yaşadığı baskıcı aile ortamı, otoriter eğitim sistemi ve toplumsal değerlerden yapılmış dayatmaları, bir görevmiş gibi içine doğduğu sınıfın bilincini taşımak zorunda olmanın mecburiyetleri, onun ruhunda derin yaralar açtı. Bu yaralar, Özlü’nün yazılarında hem bir yara izi olarak hem de bir yaratım kaynağı olarak belirdi. “Çocukluğun Soğuk Geceleri”nde, çocukluk anılarının soğukluğu, yalnızlık ve yabancılaşma hissiyle okurundaki arızaların tespitini de yapmıştı. Yazanlar kendilerine benzeyenleri ararlar çünkü. Böylece kendi benliğini bulmaya çalışırken karşılaştığı engelleri ve bu engellerin ruhunda yarattığı fırtınaları da açıkça ortaya koydu. Benzerini bulamadığı anlardan birinde belki de “Ölüm düşüncesi izliyor beni. Gece gündüz kendimi öldürmeyi düşünüyorum. Bunun belli bir nedeni yok. Yaşansa da olur, yaşanmasa da. Bir kaygı yalnız. Beni, kendimi öldürmeye iten bir kaygı,” derken, Özlü’nün intihar eğilimi, bir eylemden çok, bir ruh hali olarak belirginleşip her eyleme geçme düşüncesinde iyice yerine yerleşmişti. Bu kaygı, onun yazılarında sürekli bir fon müziği gibi çalar; bazen yüksek, bazen alçak, ama her zaman onu okuyan herkesin kendini getirip içine yerleştireceği bir nota defterine de dönüştü zamanla. Gülemeyiz, ağlayamayız da o deftere baktıkça.
Özlü’nün intihar eğilimi, onun ruh halinin aldığı her nefeste hayata gönderdiği bir bildirim mesajı, cevapsız bir çağrı gibiydi. Bu eğilim, yalnızca kişisel bir çaresizlik ya da depresyonun sonucu değil, aynı zamanda varoluşsal bir sorgulamanın da çok önemli bir parçasıydı. Özlü’nün intihar düşüncesi, yaşamın anlamsızlığına karşı bir hareket ve bu harekete teslim olma arzusuydu da. Onun metinlerinde intihar, bir son olmaktan çok, bir başlangıç, bir kaçış, bir özgürlük arayışıydı. “Bir yüksekliğin, bir başıma olduğum bir yüksekliğin en ucundayım. İnemiyorum. Yaşayamıyorum. Ölemiyorum,” derken, Özlü, bu ikilemi çarpıcı bir şekilde ifade eder. Bu ifade, onun ruh halinin hem kırılganlığını hem de gücünü yansıtır. İntihar eğilimi, Özlü’nün edebiyatında, bir yok oluş değil, varoluşun sınırlarını zorlama çabasıydı. Çok yaşamış ve bilmiş, öğrenmiş birinin dediği gibi çünkü “bir gömlek ne kadar darsa yırtılması da o kadar çabuk........
© T24
