menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Papa İznik’te Barzani Cizre’de

564 157
previous day

Papa geldi, İznik’te ekümenik ayin yaptı.

Barzani geldi, Cizre’de şov yaptı.

Aynı gün, Türkiye’nin bir ucunda Papa, öbür ucunda Barzani vardı.

Bu senkronize ziyaretlerin ortak paydası ne?

Lozan.

Çünkü, biri güya masumane dini ziyaretle geldi, öbürü güya masumane kültürel ziyaretle geldi ama, her ikisinin de jeopolitik amacı, Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusuna, Lozan Antlaşması’na aykırı.

Papa’nın mesela, Fener Rum Patriği’yle birlikte, İznik’te Birinci Konsil’in yıldönümünde ayin yapması, “ekümenik” emeller açısından Lozan’a aykırı.

Barzani desen... Bundan önceki papa, Papa Françesko, dört yıl önce Kuzey Irak’ı ziyaret etmişti, Barzani de Papa şerefine hatıra pulu bastırmıştı. Pulun üzerinde Papa’nın silueti vardı, yanında Kürdistan haritası vardı, Kars’tan Sivas’a, Erzurum’dan Hatay’a, Ağrı’dan Gaziantep’e kadar, Türkiye’nin 25 şehri Kürdistan topraklarına dahil edilmiş vaziyette gösterilmişti.

Yine papa, yine Barzani, tıpkı bugünkü gibi senkronizeydi.

O papa siluetli pulun varlığı bile Lozan Antlaşması’na aykırıydı.

Üstelik... Barzani’nin, şerefine pul bastırdığı Papa Françesko kimdi?

Türkiye’yi soykırımla suçlayan papaydı.

Sadece Ermenileri değil, Süryanileri, Asurileri, Keldanileri, Rumları ve Ermenileri soykırdığımızı söyleyen papaydı.

Soykırım sırasında, piskoposları, rahibeleri, hatta çocukları, hatta hastaları bile soykırdığımızı söyleyen papaydı.

Bunları söylediği için, yerli ve milli hükümetimiz güya Vatikan elçimizi bile geri çekmişti, ahalinin gazını almıştı, ama, ahali mevzuyu unutunca Vatikan elçimizi tıpış tıpış geri göndermişti!

Aynı papa, Barzani’ye gittiği gibi, Ermenistan’a da gitmişti, insanlık tarihinde üç soykırım yaşandığını, birini Stalin’in yaptığını, birini Hitler’in yaptığını, birini de biz Türklerin yaptığını söylemişti, resmen Türk düşmanı papaydı.

Barzani, işte bu papanın şerefine pul bastırdı.

Ve, o pulda Türkiye’nin üçte birini Kürdistan olarak gösterdi.

Görmemek için bakarkör olmak gerekiyor.

Daha net görebilmek için, gelin lütfen, makarayı az geri saralım.

1934 yılıydı.

Kıyafet devrimi yapıldı, devlet memurlarının çağdaş yaşama uygun hale getirilmesi için, kıyafetleri konusunda kanunla düzenleme yapıldı.

Bu kanun kapsamında, din adamı dışındaki kişilerin cübbe ve sarık giymeleri yasaklanmıştı, din adamlarımız da bütün gün cübbe ve sarıkla dolaşmayacaktı, dini kıyafetlerini sadece ibadet yerlerinde ve resmi törenlerde giyeceklerdi.

Bu kanun, sadece Türk din adamlarını değil, gayrimüslim din adamlarını ve Türkiye’de görev yapan yabancı din adamlarını da kapsıyordu.

Angelo Giuseppe Roncalli

Angelo Giuseppe Roncalli, İstanbul’da piskopostu.

Vatikan’ın, yani papalığın İstanbul temsilcisiydi.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin din adamlarıyla ilgili kıyafet kanununa hiç tereddütsüz saygı gösterdi, itiraz etmedi, Vatikan’a dair hiçbir kurumsal imtiyaz talebinde bulunmadı.

Türkiye’de sivil kıyafetle dolaşan ilk din adamı oldu.

Atatürk bu durumu öğrendi, uyumlu davranışı nedeniyle piskopos Roncalli’ye iki takım elbise, bir pardösü, bir fötr şapka hediye etti.

Atatürk, bir anlamda hediye olarak, bir anlamda ödül olarak, piskoposa gönderdiği takım elbiseleri, kendi terzisi Kemal Milaslı’ya diktirtmişti, bizzat Kemal Milaslı eliyle gönderip, teslim ettirmişti.

Roncalli bu jesti ömrü boyunca asla unutmayacaktı.

Bu küçük ama çok önemli jest, öylesine iz bıraktı ki, piskopos Roncalli kelimenin tam manasıyla gerçek bir Türk dostu oldu.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş felsefesine, Lozan’a, devletin tüm kurum ve kuruluşlarına, hiç tereddütsüz saygı gösteriyordu.

Şişli Harbiye’de, Ölçek Sokak’ta oturuyordu, ikametgah konusunda da herhangi bir ayrıcalık talep etmemişti, Türk vatandaşlarıyla birlikte, İstanbullu komşularıyla birlikte oturuyordu.

10 yıl boyunca o adreste yaşadı.

Ders aldı, akıcı Türkçe öğrendi.

Beyoğlu St. Antuan Kilisesi’ndeki ayinlerinde “Tanrı mübarek olsun, Tanrı’nın aziz adı mübarek olsun” cümlelerini Türkçe kullanırdı.

Şişli’deki evinde Hazreti Ali’ye ait bir söz vardı, mihrabına asılıydı... “Rutbetu’l-ilmi ale’r-ruteb” yani “rütbelerin en yücesi, bilgin kişinin rütbesidir” yazıyordu.

Piskoposun mihrabında asılı olan Hazreti Ali’nin bu sözü, dönemin en şöhretli hattatlardan Kamil efendi tarafından yazılmıştı.

Türkiye’de yaşadığı süre boyunca, diplomatlar, gazeteciler, tarihçiler, şairler ve ressamlardan yakın arkadaşlar edindi, bir kez bile olsun hiçbir kurumsal imtiyaz talebinde bulunmadı, hiçbir şahsi talepte bulunmadı.

Beşiktaş taraftarıydı, maçlara gidiyordu.

Ankara’ya, İzmir’e, Bursa’ya, Adana’ya, Konya’ya, Mersin’e seyahatler yaptı, Tarsus’u, Bergama’yı gezdi, elbette İznik’i de gidip gezdi ama, bugün olduğu gibi herhangi bir ayin talebinde filan bulunmadı, papayı buraya getireyim de İznik’te ayin yaptırayım teklifinde bulunmadı. Ekümenik meselesinin Lozan’a aykırı olduğunun elbette bilincindeydi. Osmanlı’nın aynı ekümenik hassasiyet nedeniyle İznik’te ayine izin vermediğini, Atatürk’ün milli ve dini egemenliğimize aykırı olduğu için İznik’te ayine izin vermediğini biliyordu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kırmızıçizgilerini bir kez bile zorlamadı, suiistimal etmeye kalkışmadı.

Türkiye’ye ve genç Türkiye Cumhuriyeti’ne hayrandı.........

© Sözcü