menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bir kere daha Lenin vs. Kautsky - II

16 1
01.12.2025

Bizim görevimiz devrimi örgütlemek değildir, kendimizi devrim için örgütlemektir; devrimi yapmak değildir, onun avantajını kullanmaktır”.1 Kautsky bu satırları daha 1880'lerin başında yazmıştı. Bu görüşler aslında o vakitler yeni yeni gelişmekte olan sosyal demokrat/sosyalist partilerin de genel görüşüydü. O dönemde bu partiler kurumsallaşarak hızlı bir büyüme süreci içine girmişlerdi. II. Enternasyonal bu erken ve hızlı büyümenin sonucu olarak ortaya çıktı. Almanya’da SPD, İngiltere’de İşçi Partisi, Fransa’da Sosyalist Parti (Fransa Sosyalist İşçiler Federasyonu olarak kuruldu 1869’da, sonra zaman içinde Sosyalist Parti’ye dönüştü) siyasi yasaklarla uğraşarak, deyim yerindeyse toprağın tırnaklarla kazınması sonucunda kuruldular. Ancak kurulduktan sonra hızlı gelişme gösterdiler. Üstelik yerel ya da genel seçimlerde başarılar elde etmeye başladılar. Bu inatçı çabalar burjuva demokrasisini yarattı.

Bir ara verelim; daha önce de söyledik, burjuva demokrasisini burjuvazi yaratmadı. Burjuvazinin düşünürlerinin gerici vizyonu kısıtlı ve sadece zenginler için bir demokrasiyi öngörüyordu. İşçi sınıfının örgütlü müdahalesi siyasi manevra alanını genişletti ve işçi sınıfını sürece dahil etti. Böylece gelişkin burjuva demokrasisi doğdu. Burjuvazi, kendi demokrasisini genişletemeyecek kadar korkak bir sınıftı her daim.

Bu Avrupa işçi sınıfı için bir başarıydı. Ancak bu başarı Avrupa sosyalizminde, ve daha sonra ondan devralarak, Avrokomünizmde bir maraz bıraktı; burjuva demokrasisine yüklenen abartılmış bir anlam. Siyasi haklar için o kadar çok mücadele etti ki işçi sınıfı, sonunda elde ettiğinde, onları varılacak son nokta olarak algılamaya başladı. Bu inanç yavaş yavaş ancak ısrarcı bir şekilde sosyal demokrat/sosyalist partilere de sızdı. Üstelik bu başarı gerçekten tepeden değil, tabandan yükselen bir dalgayla geldi (“tepeden”, “tabandan” kavramları liberal bir çerçevenin kavramlarıdır, dolayısıyla ihtiyatlı bir şekilde kullanıyoruz). Devrimler, grevler, gösteriler, kitle eylemleri; Avrupa İşçi Sınıfı 19. yüzyılda çok büyük bir mücadele verdi, bunu kabul etmek gerekir. Üstelik bu mücadeleler çoğunlukla çok “kendiliğindenci” gibi görünüyorlardı, yani örgüt ve organizasyon boyutları çok zayıftı. Bu nedenle Kautsky devrimi yaratmak yerine, ondan yararlanmayı temel amaç olarak belirleyecekti (ve Lenin bu düşünceden ölesiye nefret edecekti). İşçi sınıfının bu iki başarısı; burjuva demokrasisini genişletmek, ve kitle eylemleri ile bu sonuca varabilmek, Avrupa sosyalizminin kuramsal ve programatik gelişmesini belirlemeye başladılar. Kautsky bu değişim ve dönüşüm dalgasının en üstünde oturuyordu. Avrupa sosyalizmi içindeki Marksist tutum ve bileşen bu gelişmeler karşısında giderek geriledi ve önemsizleşti. Marx ve Engels bu tehlikeyi hissetseler de, ne yazık ki gerekli müdahalede bulunacak zamana sahip olamadılar.

Bir tezi tekrarlayalım (Yalçın Küçük’ten hareketle), bu tarihsel gelişim içinde Marksizmi hayatta tutan ve ona yeni bir gelişme dinamiği veren şey Bolşevik Devrimi idi, Lenin’di. Eğer Bolşevik Devrimi olmasaydı Marksizm ve Marx gerçekten siyasal ve ekonomik düşünceler tarihi kitaplarında ara bölüm ya da dipnot olmaktan ileri gidemezlerdi. Marx, en azından gençken, Ruslar konusunda oldukça karamsar, İngilizler ve Almanlar konusunda ise bir yere kadar iyimserdi. Ancak Marx’ı yaşamın engin bahçesine geri çağıranlar Ruslar oldu; kuşkusuz bir ironiydi.

Kautsky ve Lenin karşıtlığına geri dönelim. Kautsky’de demokratist damar her zaman vardı, tıpkı döneminin diğer büyük sosyal demokrat yazarlarında ve işçi önderlerinde olduğu gibi. Ancak bu damar giderek baskın hale geldi. I. Dünya Savaşı’ndan hemen önce sosyal demokrat ve sosyalist partilerin içinde başlayan iç savaş (gerçek bir iç savaştı) Kautsky’yi daha sonra inatçı bir şekilde sarılacağı, ve ona sarıldığı için giderek yalnızlaşacağı, ve sonunda onun sayesinde yalnızlık ve vurdumduymazlık içinde öleceği yola itti. Şimdi eserlerinden bazılarını hatırlayarak hakkını biraz olsun teslim etmek gerekiyor.

Die Agrarfrage (Tarım Sorunu) partinin tarım sorunu üzerine programını geliştirmek için yaptığı çalışmaların ürünü olarak 1899’da basıldı. Olağanüstü bir kitaptır; hem de ciddi kuramsal yanlışlarına ve eksikliklerine rağmen. Tarım ve köylülük sorunları ne yazık ki çok uzunca bir süre Marksizmin ve Marksistlerin araştırma menzili içinde olmayan sorunlardı. Bunu yaratan iki etmen vardı, birincisi Marx’tan........

© soL