menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

The Ada ve 'barış' adlı kutsal

23 14
28.11.2025

Geçen hafta köşe yazısını sonlandırırken bu hafta sosyolog Kemal Tahir’i yazacağımı söylemiştim. Yaşanan gelişmeler her zamanki gibi bizi gündelik siyasetin ötesine geçmekten alıkoyuyor. Olağanüstü bir şey olmazsa haftaya bu sözümü tutmak üzere bu haftaki yazıyı “The Ada tartışmaları”na ayırmak istiyorum. TBMM komisyonunun üç partinin verdiği üyeyle, İmralı’ya düzenlediği “çok gizemli ziyaret” etrafında dönen tartışmalardan bahsediyorum.

Ortak bir adlandırmaya sahip olmayan süreç, dönüp dolaşıp bir kritik eşik olarak İmralı’nın ziyaret edilmesine bağlandı. Birkaç hafta önce yine burada dile getirdiğim bir gerçeği tekrarlamak istiyorum. Bir yılı aşkın bir geçmişi olan bu sürecin şu ana kadar belirginleşen birkaç önemli özelliği var. Bunların başında, sürecin “Kürt sorununa çözüm süreci” olarak düşünülmediği gerçeği geliyor.

Kürt sorunu, özellikle sol bagajını üstünden attıktan sonra, iki temel talebe indirgenmişti. Birincisi, anadil. İkincisi ise, yerel özerkliğe olabildiğince yakınlaşmış bir yerel yönetim modeli. Birincisi çok kritik bir başlık ancak bu konuda adım atılacak mı bilmiyoruz. İkinci başlıkta ise daha merkeziyetçi bir yerel yönetim modelinin kapıda olduğunu saray danışmanlarının açıklamalarından anlıyoruz. Son olarak Mehmet Uçum’un bu yönde yaptığı açıklamalardan sonra dönüp DEM’e baktığımızda, iktidar kanadından gelen bu tür açıklamaları gündem bile etmediklerini görüyoruz. Bundan sonra da bölgedeki belediyelere kayyum atanmaması dışında bir başlık açılması, hele özerkliğe yakınsayan bir taleple toplumun önüne çıkılması zayıf ihtimal.

Yukarıda sol bagajdan kastımı da kısaca açıklamam iyi olur. Kürtlerin Türkiye’deki kapitalist sistem içerisinde katmanlı bir şekilde sömürülmelerine neden olan faktörlere karşı mücadeleden bahsediyorum. Yani kapitalist ilişkiler içinde evrimleşmiş olan bir ağalık-şeyhlik düzeni ile Kürt işçilerin Türkiye’deki ucuz ve feda edilebilir işgücü içindeki büyük ağırlıkları. Çok uzun yıllardır bunlar artık dile bile getirilmiyor. Hatta ilki, milliyetçi ajandanın bir bileşeni olarak normalleştirilmiş ve içerilmiş durumda.

Ancak bu yazıda üzerinde durmak istediğim esas boyut, sürecin iki tarafının da meseleyi “siyaset üstü” bir düzleme çekmeye çalışması. İmralı ziyareti etrafında dönen tartışmalar ve eleştirilere karşı sergilenen tahammülsüzlük bunu bir kez daha gösterdi. Aslında çok karmaşık değil; siyaset üstü iddiasıyla tartışılmaz kılınan her konuda olduğu gibi burada da yapılmak istenen, sürecin........

© soL