menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Aykırı bir film: “Huzursuz seyirler”

10 15
23.11.2025

Film, Gustav Klimt’in yakın çekim ünlü “The Kiss” tablosuyla açılıyor. Erkek sert, köşeli çizgiler, geometrik desenlerle sembolize edilmiş. Boynundan ve başından sımsıkı kavradığı kadını ellerinin arasına hapsederek öpüyor.

Kadın ise yumuşacık çiçek figürleriyle ilkbahar gibi. Erkeğin önünde diz çökse de ellerinin, yüzünün duruşu-ifadesiyle tereddütlü bir teslimiyet (belki pasif bir direniş) içinde sanki. Boynunu sıkan erkeğin elini de tedbiren tutuyor gibi.

Uçurumun kıyısında… Fonda bazı kulaklara rahatsızlık verebilecek Tom Waits’in “An Invitation to the Blues (Hüzne Davet)” şarkısı. Şarkının finali “hüznü kabul”: “Bu apaçık bir hüzne çağrıdan başka bir şey olamaz /Ama gözlerini ondan alamıyorsun…”

“Çatlak” şarkıdan ambulans çığlığına

Girişte ilk çalışmalarını 150 yıl önce yapan aykırı” ressamın başka tabloları da akarken, perdede yönetmenin ismi çıktığı anda o “çatlak” şarkının yerini bir ambulansın ürperten çığlığına bırakması, esasında filme dair peşin ipuçları. Uyarı belki…

Sanatta “Viyana Ayrılıkçıları Hareketi”nin öncülerinden Klimt’in 117 yıl önce bitirdiği o tablosu da ana çekimleri Viyana’da yapılan film boyunca takip ediyor seyirciyi zaten. Sonrası belki Friedrich Nietzsche’nin uyarısını da getirecek akla: “Uzun süre uçuruma bakarsan uçurum da sana bakar.”

Filme maruz kalmak…

23 yaşındaki bir kadınla, merdivenini 40’ına dayamış bir erkeğin ilişkisini anlatan filmi sadece rahatsızlık duyarak değil ona düpedüz maruz kalarak izliyorsunuz. Sinema tablodan, fotoğraftan, hatta romandan filan öte bir karşı karşıyalık elbette. Yüz yüze, ayrıntılarıyla tanık olduğunuz ilişkileri “Aşk bir duygu bozukluğudur” meselinin çok çok ötesinde.

Filmin dağıtımcısı Rank’in tepkisi de o nabızdan… Lâkin bir “sanat” organizasyonunun, o günlerdeki sahibi Metodist sanayicinin -varsa- hoşgörüsünü fazlasıyla aşacak kadar ağır. Fikrimce bugün de sanata karşı “otoriter, ağzı bozuk replikler”i hatırlatacak kadar bayağı: “Hasta insanlar tarafından hasta insanlar için yapılmış hasta bir film…” Biten filmden logolarının kaldırılmasını da istiyorlar hemen.

Sahiplenmek ve duygusal zorbalık

Kendi payıma onun ayıbını Rank’e bırakarak filme dönersem… Alex’in bencilliği, tacizkâr-takipçi kıskançlığı, kibirli, saplantılı tutkusu, bariz “sahip olma” baskısı, duygusal zorbalığı tam anlamıyla tahammülfersâ… Farsça “fersa”nın “yıpratan, bozan” anlamını taşıması, “dayanılmaz” yerine bu eski kelimeyi kullanmamın da nedeni.

Milena da huyuyla suyuyla varlığını, kişiliğini yıpratan, bozan Alex’e defalarca kendini anlatmaya çalışıyor: “Beni olduğum gibi kabul etmelisin, kendim olmalıyım. Kendi hayatımı, kendime ait zamanımı istiyorum. Sen bunun en büyük parçasısın,........

© Serbestiyet