Yeni Süreç, korkular ve umutlar
Böylesine kutuplaştırılmış bir toplumda, umut ve korkunun ortaklaşmasını görmeden bir şeyleri konuşmak veya yazmak pek mümkün görünmüyor. On yıllardır öğretilmiş ve öğrenilmiş korkular, kutuplaşmanın artmasıyla birlikte yeniden uyanmakta. Bu durum hem süreci ilerletmek isteyenler hem de sürecin kalıcı bir barışla sonuçlanmasını arzu edenler için dikkat edilmesi gereken bir husus.
Hem öğretilmiş hem de öğrenilmiş korkular, sorunların önünde adeta çelik bir bariyer işlevi görüyor. Bu korkuyu küçümsemek ya da hafife almak, son derece yanıltıcı sonuçlar doğurabilir. Uluslararası örneklere baktığımızda, Kuzey Kore, İran, İsrail gibi çok az ülkede böylesine kalıcı korku travmaları varken; Türkiye’de bu korkular ne yazık ki yaklaşık 75 yıldır hiç hız kesmeden devam etmekte.
Emperyalist güçler tarafından parçalanma ve bölünme korkusu Türkiye’de sürekli diri tutuldu. Oysa çok az ülke dışında, hemen tüm devletler savaş veya çatışma sonrası var olmuş, büyük işgallere uğramışlardır. Örneğin Almanya, tüm Avrupa’yı işgal etmeye çalışmış, bazı ülkeleri yerle bir etmiştir. Ancak ne işgale uğrayan ülkeler ne de savaş sonunda ağır yıkım yaşayan Almanya, böylesi bir korku siyaseti üretmemiştir.
Aynı şekilde; önce Fransızlar, ardından Amerikalılar tarafından işgal edilen Vietnam bile bu korkuları sürekli canlı tutmadı. İlginçtir ki, Türkiye bu korkuyu bertaraf etmek için NATO’ya üye olmuş, Avrupa Birliği ile yakın ilişkiler geliştirmiştir. Yani, geçmişte “yedi düvel” olarak tanımlanan ülkelerle askeri ve stratejik ortaklıklar kurmuştur. Ancak buna rağmen, vesayeti elinde tutan askerî bürokrasi, 1920’lerin ruhunu canlı tutmaya devam etti.
Bölünme paranoyası, özellikle askerî çevreler açısından en kullanışlı siyasal araç oldu. Öyle ki, bölünme korkusu yayılırken, bu korkunun tam tersi sonuçlar doğuracak askeri hamleler yapıldı. Türkiye, Kore’nin bölünmesine katkıda bulundu;........
© Serbestiyet
