menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Din-İlim Çatışması

14 0
14.01.2025

Din-ilim çatışması ifadesi, özellikle Avrupa’daki Rönesans ve reform hareketlerinden sonra sıkça kullanılan bir kavram olmuştur. Ancak "Din-ilim çatışması" denildiğinde, her şeyden önce “Hangi din” diye sorulması gerekir. Zira genel manada dine karşı yapılan tenkit ve hücumlar Batı menşeli olduğu gibi, tenkide muhatap olan din de Hıristiyanlıktır.

Ortaçağ Hıristiyan dünyasının karakteristik bir vasfı, iman-akıl çatışmasıdır.[1] Bir tarafta kilisenin "Doğru" şeklinde takdim ettiği şeyler vardır. Diğer tarafta ise, bu "Doğru"larla çatışan ilmi gerçekler…

18. yüzyıl Batı dünyasındaki hâkim olan felsefi görüşe Aydınlanma Felsefesi adı verilir. Skolastik felsefe bataklığından kurtulmaya çalışan düşünürlerin fikirlerini, Hıristiyanlık açısından haklı ve makul görebiliriz. Zira:

-Dogmalarının karakteri,

-Ruhban sınıfının yanlış tutumu,

-Engizisyon mahkemelerinin insafsız kararları sebebiyle Hıristiyan toplumlardaki ilim adamlarında dine karşı bir küskünlük, hatta zaman zaman düşmanlık ortaya çıkar. “Akıl mı, yoksa din mi?" alternatifleri karşısında, bu düşünürler aklı tercih ederler. Önce Rönesans ile fikirlerde bir aydınlanma başlar. Rönesans, skolastikten aydınlanmaya bir geçiş dönemi görünümündedir.

Hıristiyanlık dünyası, bilim çevrelerinden gelen şiddetli tenkitler karşısında, felsefelerini gözden geçirme lüzumu hissederler ve bu tür çatışmadan kurtulmak için çareler üretmeye başlarlar. Mesela, 1750’de şöyle bir çıkış yolu bulurlar:

Gerçekler iki kısımdır:

1. İman ve kalbin bildirdiği gerçekler.

2. Bilimin ve aklın bildirdiği gerçekler.

Bu tasnife göre, artık bir bilgin hem dindar hem bilgin olabilecek ve “Din mi, yoksa bilim mi?” alternatiflerinden birini seçmek zorunda kalmayacaktı. Deniliyordu ki, “Bir bilgin laboratuvarına girerken paltosunu çıkarır gibi dini inançlarını kapının dışında bırakır ve öyle girer. Çıkarken yine onları alır ve giyer.”[2]

Aydınlanma felsefesinin kurucusu kabul edilen John Locke (ö. 1704) "An Essay Concerning Human Understanding: İnsan Düşüncesi Üzerine Bir Deneme” isimli eserinde bilgi problemini ele alır. Locke’e göre, “Duyulara bağlı aklı ile insan, vahyin bildirdiklerine kendi başına ulaşamaz. Vahiy, aklın üstündedir, ama akla uygundur.”[3]

Alman Wolff (ö. 1754), benzeri bir yaklaşımla şöyle der: “İnsanın aklı ile hiçbir zaman ulaşılamayacak olan vahiy doğruları vardır. Bunlar akıl üstüdürler, ama akla aykırı değillerdir.”[4]

Leibniz (ö. 1716) imanla aklın birbirine zıt düşmeyeceğini isbata çalışan bir eser yazar. Meseleye şöyle yaklaşmaktadır:

“Aklı aşan şeylerle akla zıt şeyler farklıdır... Akla zıt olan bir şey, mutlak manada kesin ve zorunlu hakikatlere zıttır. Aklı aşan bir şey ise, sadece her vakit tecrübe yolu ile tanıyıp anladığımız şeylere zıttır. Zihnimiz bir hakikati kavrayamıyorsa, bu hakikat aklımızı aşıyor demektir. Leibniz’e göre, teslis, mu’cize gibi şeyler bu türdendir.[5] “Sırlar insan aklını aşabilirler, fakat ona zıt olamazlar.”[6]

İslâmiyet’te din-ilim çatışması

Hıristiyanlıkta........

© Risale Haber