‘Ed-Dâî’ Hakkında Bazı Mülahazalar
ED- DÂÎ
(*) Yıkılmış bir mezarım ki yığılmıştır içinde,
Said’den yetmiş dokuz emvat bâ-âsâm âlâma.
Sekseninci olmuştur mezara bir mezar taş.
Beraber ağlıyor hüsran-ı İslâm’a.
Mezar taşımla pür-emvat enindar o mezarımla,
Revânım saha-i ukba-yı ferdâma.
Yakînim var ki istikbal semavatı zemin-i Asya,
Bâhem olur teslim yed-i beyza-yı İslâm’a.
Zira yemin-i yümn-i imandır
Verir emni eman ile enama.
Bediüzzaman’ın üstteki ifadeleri pek çok sırlarla doludur. Şöyle ki:
Dâî, “dua eden, davet eden” anlamına gelir. Gerçekten de Bediüzzaman’ın hayatını tek kelimeyle ifade etmede bu kelime hususi bir öneme sahiptir. Çünkü onun bütün hayatı Allaha dua etmek ve insanları hakka davet etmekle geçmiştir. Mevlevilerde sema esnasında sağ el yukarıya sol el ise aşağıya dönüktür. Bu, Hak’tan alıp halka vermeyi sembolize eder. Bediüzzaman da çağın davetçisi olarak dua ile Allaha yönelmiş, mazhar olduğu tecellileri ise yazmak suretiyle insanlarla paylaşmıştır.
ED- DÂÎDEKİ İMZA
Bu kısmın başında müellif tarafından “Bu kıt'a, onun imzasıdır” denilmektedir. Bu, birkaç cihetten olabilir:
-Osmanlıca ve hatta şimdiki harflerle yazılışta Said ile Dâî arasında sadece bir “s” harfi farkı vardır. Bediüzzaman, kendisinin “duacı ve davetçi” yönünü vurgulama babında imzasını Ed- Dâî şeklinde atmış olabilir. Az da olsa bazı mektuplarının sonunda bunu görebiliriz.
- Tahiru’l- Mevlevi şöyle der: “Üslûbu teşekkül etmiş, belli bir kimlik kazanmış olanların imzaları, yazılarının altında değil satırlarının arasında bulunur."[1]
Said Nursi de Bediüzzaman olduğunu bu satırlarla göstermiş olabilir. Çünkü bu satırlarda hem gelecekten remizlerle haber vermek hem de “İstikbal İslam’ındır” gibi o günün şartlarında söylenmesi gayet zor çok önemli bir müjdeyi bildirmek vardır.
YIKILAN MEZAR
Bediüzzaman, ömrünün sonlarında neşrettiği mektuplarda kabrinin gizli olmasını vasiyet eder. Mesela şöyle der:
"Benim kabrimi gayet gizli bir yerde... bir iki talebemden başka hiç kimse bilmemek lazım geliyor. Bunu vasiyet ediyorum."[2]
"Ben de Risale-i Nur'daki azamî ihlası kırmamak için o ihlasın sırrıyla kabrimi bildirmemeyi vasiyet ediyorum... Dünyada beni sohbetten meneden bir hakikat, elbette vefatımdan sonra da o hakikat bu suretle, beni sevab cihetiyle değil, dünya cihetiyle men'etmeye mecbur edecek."[3]
1960 da (hicri 1379 da) Urfa'da vefat eder. Halilurrahman dergâhına defnedilir. Talebeleri hayret içindedir. Çünkü o güne kadar Bediüzzaman'ın her dediğinin çıktığını görürken, kabrinin bilinmemesi meselesi çıkmamıştır. Her gün binlerce insan kabrini ziyaret etmektedir. İşin sırrı 27 Mayıs İhtilali'yle ortaya çıkar. İhtilal hükümetinin emriyle, 12 Temmuz 1960’ta gece yarısı Bediüzzaman'ın kabri parçalanır. Na'şı bir uçakla Isparta istikametine götürülür.[4] Talebeleri o zaman Bediüzzaman'ın vasiyetini ve Ed- Dâî’de haber verilen durumu daha iyi anlarlar.
Metinde “Sekseninci olmuştur mezara bir mezar taş” denilmesi de enteresandır. Zira Bediüzzaman’ın vefatı 1379 olmakla beraber kabrinin yıkılması 1380’de gerçekleşmiştir. Miladi 12 Temmuz 1960 tarihi, hicri olarak 17 Muharrem 1380 yapmaktadır. Böylece 1380 bir nevi kabrinin vefatı olmuştur.
GELECEKTEN HABER VERMEK
Bediüzzaman’ın “Yıkılmış bir mezarım” demesi, ilerde olacak bir durumu ifade etmektedir. Konu “Gaybın bilinebilirliği” meselesiyle alakalıdır. Bu, idrakin keskinliğini ortaya koyan ince bir meseledir. Pek çok insanın ayağı, bu hassas meselede ifrat veya tefritle kaymaktadır. Hâlbuki Kur'ânî esaslar çerçevesinde........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein
Rachel Marsden