menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İran Neden Yalnız?

10 6
27.06.2025

Din, mezhep ve etnik renkliliğin zengin olduğu koskoca İslam coğrafyalarında, ardına tam anlamıyla güvenilir olması imkânsız bazı küresel güçleri de alarak, bir ulus-devlet olmanın sınırlarını bile isteye aşarak, bölgenin ortak menfaatleriyle sürekli savaşan konumunda olmanın gün gelip ciddi bir bedeli olacaktı elbette. Sorun şu ki maalesef bu bedel sadece İran’a ödetilmiyor.

Başlığı görünce “Bugün bunu tartışmanın sırası mı?” diyenlerimizin olacağı açıktır. Sadece İran’ı değil, bütün bir bölgeyi, hatta küresel bağlamda yangınları tetikleyecek bir prosesin tetiklendiği de açıktır.

“Yepyeni bir Sykes-Picot niyeti taşıyan bu yangın hepimizi ilgilendiriyor” düşüncesiyle bölgesel jeopolitiğin iç sorunlarını ertelemek, özeleştirel tutumun üzerini örtmek bize hiçbir şey kazandırmaz. O yüzden esas böylesi günlerde “Neden bu halde olduğumuz? Bu zillette kimlerin dahli olduğu?” da mutlaka masaya yatırılmalı. Sorunları ivedilikle çözmeye çalışan diplomaside konu edilmese de, o diplomasinin uzun vadeli aklını inşaya hizmet eden çevreler bu hali ameliyat masasına yatırmaya gayret etmeli.

İran’ın kısır bir ideoloji, yetersiz güç dengeleri, fırsatçılığın uzun vadeli olmayan sonuçlarına dayalı jeopolitik hırslarının gün gelip buralara dayanacağı o kadar açıktı ki.

Din, mezhep ve etnik renkliliğin zengin olduğu koskoca İslam coğrafyalarında, ardına tam anlamıyla güvenilir olması imkânsız bazı küresel güçleri de alarak, (onarın proksi gücü gibi bir pozisyonu kabullenerek) bir ulus-devlet olmanın sınırlarını -hangi hesaplara ve hayallere dayalı bilinmez- bile isteye aşarak, bölgenin ortak menfaatleriyle sürekli savaşan konumunda olmanın gün gelip ciddi bir bedeli olacaktı elbette. Sorun şu ki maalesef bu bedel sadece İran’a ödetilmiyor. Ortadoğu’nun haylaz güçlerinin, yaptıkları sınırlı güdük tercihlerle, koskoca bir coğrafyanın geniş vizyonel imkânlarını, demografik, kültürel, askerî, ticari potansiyellerini akıl almaz şekilde sürekli kurban verdikleri halde, gerçekler dünyasına gözlerini açamamalarının mutlaka bir yapı sökümüne uğratılması gerekmekte.

Akıllara ve Vicdanlara Kazınan İran Gerçeği

Çok uzağa gitmeye gerek yok. Çok ağdalı analizlere de girmeden düne kadar “İran” deyince İslam dünyasının aklına ne geldiğini düşünelim.

“İsrail’den farkı olmayan; İsrail gibi, sürekli korku ve tehditler üzerine dayalı güvenliğini bahane ederek bölgede yangınlar çıkarmaktan çekinmeyen bir yapı.”

Sınırlı mezhepçiliği soft power olarak kullandığı halde, eleştirenleri (İsrail’in antisemitizm retoriğinde olduğu gibi) mezhepçilikle suçlama propagandasını bıkıp usanmadan işleyen, üstelik aynı mezhepçiliği elinin uzandığı coğrafyalarda proksi güçler oluşturmak amacıyla araçsallaştırmak.

Jeopolitik hedeflerini, “Krizler Tahran’a ulaşmasın diye sınırlarımızın ötesinde tutulmalı” bahanesi ardına sığınarak savunup ‘Sana, Bağdat, Şam, Beyrut…’ diye başkent isimleri sıralayıp, buralarda ne kadar etkili bir güç olduğunu, dünya aleme değil, sürekli İslam dünyasına dönük ilan etmek ve bu kaotik ortamın kalıcı zaferler (!) getireceğini zannetmek!

“Türbeleri koruyoruz” masalıyla bir diktatörü kollayıp, hatta onu da -Türkiye gibi komşularının tüm aksi çabalarına rağmen ateşe atlamaya zorlayıp, Sünni-Müslüman çoğunluğun yaşadığı bir coğrafyada yüzbinlerce insanın kıyımına, bütün bir ülkenin yıkımına sebebiyet vermek.

Bugünlerde Netanyahu’nun dile getirdiği Osmanlı ile ilgili sözleri, yıllarca çok daha proaktif ve öfkeli ifadelerle medya ve diplomasi yoluyla dile getirmek.

Tarık Haşimi’nin de daha Suriye meselesinin başlarında açık ettiği, Kasım Süleymani ile görüşmesine de yansıyan itiraflarda da görüldüğü üzere, Müslüman topluluklar arası fitneler çıkarmaktan asla imtina etmeyen, hatta bunu bir strateji olarak yıllardır uygulamaktan gurur duyan ürkütücü bir yapı arz etmek.

ABD’nin Irak ve Afganistan işgalini, Ermenistan-Azerbaycan çatışmasını, hatta -Suriye’deki gelişmeler ve Suriye’deki Filistinlilerin çektiği acılar da hesap edildiğinde- Filistin davasını kendi politik hülyalarının aracı olarak kullanmak.

PKK’yı ABD ve Rusya’dan farksız şekilde yıllara dayalı desteklemek.

Hizbullah’ın Müslüman halklar nezdindeki bütün kredisini kendi dar çıkarları için bertaraf edip bugünlerdeki akıbeti hazırlamış olmak.

IŞİD’in Suriye sahasına gönderilip direniş güçlerinin liderleriyle çatışmasını sağlamak.

Haşdi Şabi gibi IŞİD’den farkı olmayan proksi güçlerle Irak-Suriye sahasında yaratılan baskı ve terörü körüklemek.

Etnik, mezhebî, dinî açıdan zengin bir coğrafyanın geniş imkânlarını, (kendi sınırlı gücünü de hesap ederek) ortak bir havuzda eriterek büyütmek yerine (yani AB benzeri bir yapıyı Ortadoğu’da oluşturma cehdi göstermek yerine) Fars milliyetçiliği ve Şiiliğe yaslanarak, bırakın diğer ülkeleri, kendi adına bile çözüm hedeflerine ulaşmaktan ari kalmak! Bırakın çözümü, coğrafyanın doğallığını hedef aldığı için sürekli kaos üreten bir sarmal yaratmak!

Suud’un Günah Galerisi İran’ın Cürümlerini Örter mi?

Fars milliyetçiliği ve Şiiliğin karışımı ideolojik kurgunun Türkiye’de de yıllarca “hikmetli siyaset” adı altında savunucuları oldu ki halen var.

2015 yılının Nisan ayında kaleme aldığımız “Yemen: İşgalci ve Temerrüdcülerin Kirli Savaş Alanı” başlıklı makalemizin son iki alt başlığında şu ifadelere yer vermiştik:

  • “Suud’un Günah Galerisi, İran’ın Cürümlerini Örter mi?”
  • “Stratejik” Aklınız da “Hikmetli” Siyasetiniz de Yerin Dibine Batsın!

O günler, İran’ın ülkemizdeki propagandistlerinin “Suudi-Amerika”,........

© Perspektif