menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Okumalar, değinmeler

12 0
24.05.2025

Gecen haftanın yazısını şöyle bağlamıştık: “Haftaya kutsal ana akışa dönüş ile Ayşe Buğra’nın, Kapitalizm, Yoksulluk ve Türkiye’de Sosyal Politika adıyla kitaplaştırılmış (İletişim Yayınları) çalışmasına değineceğim.

Netekim kitabın çerçevesi, muhtevası şöyle:

Tek parti döneminin hayırseverlik anlayışı; “yardımı hak eden” ve “etmeyen” yoksullar ayrımı… İkinci Dünya Savaşı sonrasında sosyal politikanın kurumlaşması… 1980 sonrası: Sosyal refah rejiminin çözülüşü; Fakir Fukara Fonu, Yeşil Kart… AKP döneminin muhafazakâr liberalizmi ve hayırseverliğin “dönüşü” (İletişim Yayınları, kitap tanıtım sayfasından)

Turgut Özal’ın “ben zenginleri severim” cümlesini hatırlıyorum. Bu cümleyi aklımda tutarak Ayşe Buğra’nın (kitabın sunuşunda yer alan) bazı cümlelerini cımbızlayacağım:

“(…) yoksulların varlığı toplumsal varoluşu nasıl etkiler? (…) Kapitalizmin ‘özgürleştirdiği’ emeğe özgü ‘modern yoksulluk’ olgusu, varlığı yoksul olmayanlarda ciddi bir rahatsızlık yaratan bir grup insanın ‘toplumun başına bela olmamasının’ koşullarını aramayı gerektirir. Yoksul olmayanların neredeyse içgüdüsel talebi, bunların göz önünden kaldırılması talebidir. Ama bu yerine getirilemez bir taleptir çünkü bu insanlar sadece toplumsal bir sorun değil, aynı zamanda ‘işgücü’dürler ve ekonominin işlemesi için varlıklarına katlanmak gereklidir.”

(…) Ama bu, hemen hemen her zaman ve her yerde, gergin, korkulu, rahatsız bir beraberliktir ve bu rahatsızlık sosyal politika tartışmaları içinde sürekli ortaya çıkan önemli temalardan biridir.”

Ayşe Buğra, Yoksul Evler adlı kitap[1] için yazdığı önsözde şunları söylüyordu:

“1950’ler, yoksulluktan........

© P24