Okumalar, değinmeler
Bir önceki yazıda, Nurdan Gürbilek’in şu cümlelerinden hareketle bir şeyler hatırlamaya başlamıştım: “Tuğcu hikâyesinin görmüş geçirmiş ustaların, namuslu insanların oturduğu eski mahallenin methiyesi olduğuna bakmayın. Mahallenin apartmanların gölgesinde kaldığı, gecekonduların şehri kuşatmaya başladığı, yoksul çocukların iyi kalpli ustaların yanında değil, ‘el kapısı’nda çalışmaya başladığı yıllar bu yıllar.”
“apartmanların gölgesinde kalan mahalle” ifadesi Keşanlı Ali Destanı’ndan (Haldun Taner) koronun şarkısını hatırlattı: “Sinekli dağ burası. Şehre tepeden bakar. Ama şehir ırakta. Masallardaki kadar.”
Keşanlı Ali Destanı, filme çevrildi. (Atıf Yılmaz, 1965) Fatma Girik rol aldı. Gecekondu’nun penceresinden, şehrin apartmanlarına bakarak şarkısını söyledi: “Böyle mi geçecek ömrüm. Yetti be gaderin cevri. Bana günah değil mi? Batakta solan bir gülüm.”
Keşanlı Ali Destanı (Atıf Yılmaz, 1965)
Hakikaten de bu esnada, şehrin çok katlı yapı blokları, sert düşey çizgileri ile Sinekli Dağ’ın eğik, kıvrak çizgili, ortaya karışık mimarisine göre başka bir dünyaya ait oldukları hissini vermektedir.
O başka dünyaya hep birlikte katıldık. Onu arzu ettik, hızlandırdık, geliştirdik. Ama kamu yararı esasına göre düzenleyemedik. Mesela 1970 askeri darbesi hayatımızı kamu yararına düzenlemeye çalışan girişimlerin yolunu kesti ve kafalarını kırdı.
1960’larda uyaran, direnen sesler yok değildi. TİP vardı. CHP “ortanın solu” demeye başlamıştı. Ve füze krizi ve “Johnson mektubu” adlı krizler başımızın üstünde uçuşuyordu. Sovyetler Küba’ya füze rampaları yerleştirince ABD sert çıktı, Kruşçev de “o halde siz de Türkiye’dekileri sökün” dedi. Sonraki kriz “Johnson mektubu” idi ki Obama’nın beyzbol sopalı fotoğrafı gibi bir mektuptu. İsmet İnönü mektuba, “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye orada yerini alır.” cevabını verdi.
Ben o zamanlar çelik çomak veya........
© P24
