Barıştan Vazgeçmeyelim, Barışı Kutuplaşmaya Kurban Etmeyelim
Türkiye’nin hem siyaseti hem halkları, kutuplaşmanın en derin halini yaşıyor ve bu sıkıntılı durum, maalesef barış sürecine de yansıyor.
En temel hata, bugünkü barış sürecini geçmişteki süreçle karşılaştırmak. Oysa yürüyen süreç, herhangi bir siyasi partinin tekelinde veya kendi hesapları için kurguladığı bir manevra değil. Bunu anlamak için şimdiye kadarki gelişmelere bakmak yeterli.
Daha pek çok şey sayılabilir. Öte yandan Ekim ayından bu yana, sürece karşı olan, çeşitli ayak oyunlarıyla engel olmaya çalışan, tarafları manipüle etmeye kalkışan iç ve dış birçok unsura tanık olduk.
Bakın burada, şimdiye kadar yürütülen politikalar nedeniyle halkların birbirine düşmanlaşmasından ve siyasi yapıların iktidara duyduğu haklı güvensizliklerden bahsetmiyorum. Bunlar elbette tartışılabilir, yeter ki “Asla olmaz” veya “İstemezük” diye bir çuval incir berbat edilmesin.
Evet, bahsettiğim unsurlara rağmen süreç bitirildi mi? Hayır. İsrail’in türlü çabaları ve içerdeki seçkin üstencilerin tepkisine rağmen süreç geriye çekildi mi? Yine hayır.
Hep yazdım, yine yazıyorum. Israrcı olmakta ve her krize rağmen süreçten vazgeçmemekte öne çıkan iki aktör; Devlet Bahçeli ve Abdullah Öcalan’dı. Ak Parti içinden zaman zaman ayak direyenleri, süreci gizlice baltalamaya çalışanları gördük, hatta onlar, kimlerdir biliyoruz.
Halklar içinse önemli bir eşik artık aşıldı ve bunun geriye dönüşü yoktu. Gerekirse aktörler değişecek lakin süreç yürüyecekti. Yaşananları, kimin nerede, hangi adımı attığını ve nereye evrildiğini incelerseniz bu gelişmeleri görebilirsiniz.
Şimdi art niyetsiz ve hesapsız şekilde sürece dair güvensizlik duyan kamuoyunun, solcu ve ilerici kesimlerin de seçkinci elitlerden etkilendiği bir dönemdeyiz.
Tabii bu güvensizliğin oluşmasında, iktidar partilerinin payı büyük. Geçmişteki kutuplaştırma siyasetine yönelik hiç özeleştiri yapılmadan yola devam edilmesi ise güvensizliği körüklüyor.
Devletin “terörle mücadele” adı altında yürüttüğü politikada ne kadar çok masum insanın işkence gördüğünü, katledildiğini, ailelerin, köylerin dağıtıldığını, bir halkın neredeyse topyekûn düşman ilan edildiğini yaşayarak gören, bedel ödeyen kuşaktanım.
Yanı sıra PKK’nin, Türkiye metropollerini hedef alarak sayısız insanın ölmesine neden olduğu Kızılay, Mavi Çarşı, Çetinkaya gibi saldırıları, öğretmenlerin öldürülmesini de yaşadık.
Bu acı ve kanlı geçmiş, bugün halkları provokasyona ve manipülasyona açık bir hale getirmekte. Yine de Kürt halkı, büyük bir özveriyle geçmişindeki acılara ve bedellere rağmen barış umuduna dört elle sarılıyor. Ne büyük vakar.
İtirazlar, genellikle Türk halkından gelmekte. İslamcı/ulusalcı kutuplaşması, demokratik ve ekonomik açıdan dibe vuran yönetim tarzı ve son dönemde CHP’ye yönelik siyasi operasyonlar, itirazların iktidardan kaynaklanan boyutları. Fakat tüm bir barış sürecini “AKP’nin oyunu” ya da “Öcalan’ın meşrulaştırılması” şeklinde etiketlemek de itirazcıların darlığı.
Ak Parti ve MHP’den gelen her şeye hayır, CHP’den gelen her şeye ise evet demenin politik bir tutum olduğunu düşünmüyorum.
Türk halkı da artık kimin dediğine değil ne dendiğine bakmayı, sürece katılım talep etmeyi, karşısındakini de dinlemeyi öğrenmeli. “Bu ülkenin sahibi biziz, geriye kalan tüm halklar bizim artçımız, ırgatımız” şeklinde bir bakış açısının, küresel dünyada hiçbir karşılığı yok. AB üyesi pek çok ülkede artık onlarca halk yan yana yaşıyor.
Kaybetmekten çok korkulan ulus devletler ise merak buyurmayın, halen yerinde duruyor ki Türkiye, zaten devlet statükosunu değiştirecek bir dönemde değil. Ne altyapı ne de üstyapı buna hazır.
Bunu tarihte Mustafa Kemal, doğrusuyla yanlışıyla........
© P24
