menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

ABD'nin 'korkuluk' stratejisi sona erdi

17 1
previous day

İsrail’in İran saldırısının başladığı bugünlerde 70’li yılların ilk dönemini anımsamamak elde değil. Ve bugün yaşananların perde arkasını anlamamız için o yılları iyi bilmek şart. Son aylardaki tüm gelişmelerin temeli Ortadoğu’da ve dünyada o dönemde yaşanan olaylar çerçevesinde atıldı.

Şimdi İsrail’in İran’a ABD destekli müdahalesi ile 70’li yıllarda başlayan 50 yıllık bir dönemin kapandığını görüyoruz. En önemlisi de İran’ın artık hiç kimse için yararlı bir devlet olmaması ve dünyadaki kullanışlı ve zorunlu yerini artık yitirmesi. Bu yazımda İran’ın ABD ve müttefikleri açısından neden artık tasfiyesi gereken bir yük haline geldiğini anlatmaya çalışacağım.

70’LERİN KOŞULLARI VE İRAN

Öncelikle vurgulamak gerekir ki dünyanın büyük değişikliklere uğradığı 70’lerde uluslararası politikaya damga vuran iki olaydan biri Nixon ile Mao’nun başlattığı ABD-Çin yakınlaşması ise diğeri de Arap ülkelerinin 1973 petrol boykotu idi.

İsrail ve Araplar arasındaki Yom Kippur Savaşı'nda (6-25 Ekim 1973) Batı'nın İsrail'e verdiği desteğe tepki olarak Petrol İhraç Eden Arap Ülkeleri Örgütü (OAPEC) tarafından düzenlenen 1973 Arap petrol boykotu, dünya siyasetinde geniş kapsamlı sonuçlar doğurdu. Petrol fiyatları dört katına çıktı ve küresel bir enerji krizini tetikledi. Batı’da ekonomik durgunluk, yükselen enflasyon ve yakıt sıkıntısı yaşandı.

Arap petrol boykotunun Ortadoğu politikasındaki etkisi Batılıların ve özellikle ekonomik bakımdan daha sıkıntılı durumdaki Avrupalıların Araplara yanaşması oldu. Bu dönemde Batılılar nispeten tarafsız ve Filistin’e doğru evrilen bir görünüm vermek çabasındaydılar. Camp David ve Oslo süreçleri bu eğilimin bir parçası sayılabilir. Ancak bu yaklaşım aslında kısa veya orta vadeli olarak anlaşılmalıydı. Uzun vadede Batı’nın İsrail’le ilişkileri konsolide oluyordu. Ayrıca, dünyayı yönetmeye alışmış olan ileri kapitalist ekonomiler enerji bağımsızlıkları üzerinden yapılan bu tehdit ve şantaj politikasına karşı bir çözüm arayışı içindeydiler.

O dönemde Batı-İsrail-Araplar üçgenindeki ilişkiler elbette tüm şiddetiyle devam eden Soğuk Savaş şartları içinde ele alınmalıydı. Sovyetler Birliği, Filistin sorununda ve onunla ilişkili petrol boykotunda Araplardan yana taraf tutarak Ortadoğu’ya yerleşmek peşindeydi. Arap petrol boykotu ekonomik etkileri bir yana Batı tarafından bloklar savaşı yönünden de büyük bir önemle değerlendiriliyordu.

Batı, Arap ülkelerinde Sovyetler Birliği etkisinin kırılması için önce Suudi Arabistan eliyle bölgede komünizme alternatif olarak bir İslamcılaştırma kampanyası başlattı. Bu kampanya bir yanıyla da o dönemde kendisini dünya sosyalist kampının bir müttefiki gibi gören Filistin Kurtuluş Örgütü’nü muhafazakar Arap kitlelere antipatik gösterme amacını da taşıyordu.

Bugünkü İran-İsrail çatışması çerçevesinde o dönemi ele alırsak İran’daki Şah yönetiminin petrol boykotu konusundaki tutumunun da daha sonraki gelişmelerde önemli bir rol oynadığını görürüz. Şah, her ne kadar Arapların petrol boykotuna katılmadıysa da onların “yüksek fiyat” politikasına uydu. Bu da Batı’nın derdine çare olmadı.

Ayrıca Şah İsrail’le Araplar arasında orta yolcu bir çizgi izledi ve bu Batı’da Şah’a karşı bir memnuniyetsizlik doğurdu. Batı, Şah’ın yüzde yüz kendi yanında yer almamasından rahatsız oldu. Özellikle İran ile Sovyetler Birliği arasındaki ekonomik ilişkilerin 1973’ten sonra da güçlenmesinden ve Şah rejiminin Rusya’ya doğrudan doğal gaz ihraç etmesinden hiç hoşlanmadı. Şah Ortadoğu İmparatoru gibi davranıyordu ki bu Batı için affedilmez bir günahtı.

BİR KORKULUK OLARAK İRAN

70’lerin ilk dönemindeki bu koşullar bilindiğinde ABD liderliğindeki Batı’nın........

© OdaTV