DOĞRULUK ÜZERİNE DÜŞÜNCELER
Doğruluk, en temel ahlâkî erdemlerden biridir; hem insanlar arasındaki güvenin, adaletin ve barışın temelini, hem de toplumsal ve sosyal hayatın ahlâkî omurgasın oluşturur. Dolayısıyla doğruluğun olmadığı yerde, güven, adalet, barış ve toplumsal düzen olmaz. Ne hazindir ki modern çağda oluşan ve gelişen karmaşık, hızlı ve çıkar odaklı hayat tarzında, insanların gittikçe doğrulukla ilişkilerini kestiği, doğruyu söyleme yerine doğru görünmeyi ya da hakikati savunma yerine algı yönetmeyi tercih ettiği ve bunda da çıkarın daha etkin olduğu görülüyor. Nitekim modern toplumda, bir taraftan sınırsız özgürlük kutsallaştırılırken; diğer taraftan da sorumluluk bilincinin giderek kaybolmaya başladığı, daha da önemlisi doğruluk ilkesinin, evrensel bir ahlak kuralı olmaktan çıkartılıp bireysel tercihlere bağlı bir davranış tarzına dönüştürüldüğü müşahede edilmektedir.
Nitekim günümüzde “doğru sözlü insan” idealinin yerini, “başarılı insan” anlayışının aldığı; davranışların ise “gerçeklik” üzerine kurulmadığı, bunun yerine hoşa giden yorumların, beğenilerin ve duyguların öne çıkartıldığı ve bunun da “post-truth” yani “gerçek-ötesi” olarak kavramlaştırıldığı biliniyor. Dolayısıyla hakikatin/ gerçeğin yerini algının, doğrunun yerini duygusal tatminin aldığı; doğruyu bilmenin değil de inandırıcı olmanın daha geçerli bir tavır olduğu; ayrıca ekonomideki rekabet baskısının, insanları küçük veya büyük yalanlara ve sahtekarlıklara yönelttiği; “Başarı için her yol mübahtır” anlayışının ise dürüstlüğü zayıflattığı ve güven duygusunu devre dışı bıraktığı görülüyor. Bu nedenle günümüzde doğruluk, eskiden olduğu kadar “ahlâkî bir ilke” olarak değil, çoğu zaman “duruma göre değişen bir strateji” olarak anlaşılıyor. Diğer bir deyişle insanlar, doğruyu söylemeyi değil, “işine geleni” söylemeyi tercih ediyor. Neticede doğruluk, vicdanî ve ahlâkî bir davranış olmaktan çıkartılıyor ve pragmatik bir zemine kaydırılıyor. Bu nedenle de insanlar, doğruyu gerçeklikte değil, çıkarlarda arıyor.
Halbuki doğruluk, hem bireysel hem toplumsal başarının uzun vadeli zeminini oluşturan önemli ahlâkî bir ilkedir. Çünkü dürüstlük, içten dışa doğru yansıyan bir duyguyu ifade etmekte ve güveni sağlamaktadır. Zira güvenin yitirildiği, ya da güvensizliğin egemen olduğu bir toplumda ne ekonomik istikrar ne de sosyal barış kalıcı olabilir. Bu nedenle insan, ilk önce kendine dürüst olmak zorundadır.
İnsan, kendine karşı dürüst değilse veya dürüst olamıyorsa; doğru olma ve doğru söyleme yerine çıkarı için doğru görünmeyi tercih ediyor demektir. Oysa erdemli insanın, her zaman doğruyu söylemesi ve savunması gerekiyor. Zira çevremizdeki insanlara, ailemize veya arkadaşlarımıza karşı gerçeği söylemek, vicdanî ve ahlâkî bir sorumluluktur ve oldukça değerlidir.
Ne hazindir ki günümüzde dürüstlüğün, doğrunun, hakikatin çöküşü yaşanmakta ve buna da gündelik hayatın her alanında rastlanılmaktadır. Bu nedenle dürüstlüğün günümüzdeki bu........





















Toi Staff
Gideon Levy
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein