menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Türkiye’nin Genç Yazarları Yetişiyor

15 0
19.10.2025

Edebiyatın muhtelif alanlarında çalışan ve eser veren genç edebiyatçılarımız, ülkemizin geleceği adına ümidimizi artırıyor.

Bütün sanatlar gibi edebiyat da usta-çırak ilişkisiyle, hoca-talebe münasebetiyle devam eder ve ilerler. Edebiyat alanında bunun tezahürlerini apaçık şekilde görüyoruz. Geçmişe göre genç kalemlerde büyük bir artış var. Artık neredeyse birçok yayınevi ‘genç’ler için ayrı diziler hazırlıyor. Bu dizilerin yazarları da umumiyetle 20-40 yaşları arasındaki gençlerden oluşuyor. Yeni heveslerin ürünü olan “İlk kitap”ların ardından diğerleri geliyor ve kervan yolda giderek gelişiyor, eksikliklerini tamamlıyor ve büyümeye devam ediyor.

Gençlerin edebiyat sahasındaki çalışmalarını ben de yakından takip ediyor, gözlemliyorum. Bizim “Yazı Editörlük ve Medya Kursu”na devam ettikten sonra kitap çıkaranların sayısı fazlalaşıyor. Şüphesiz edebiyat alanında belli bir yere gelebilmek için kitap çıkarmak şart da değil, ölçü de. Ancak bu çalışmaların da müşevvik olduğunu kabul etmek lazım. İlk kitabını yayımlayan genç yazarlar, böylece “şeytanın bacağını kırdıklarına” inanıyor. Ve tabii arkası geliyor. Yalnız burada dikkat edilecek husus, gençlerin ustalarına danışmaları, tavsiyelere kulak vermeleri ve eleştirilere açık olmalarıdır. Aksi takdirde ömürleri boyunca ‘amatör’ kalacakları ve “ustalık eserlerine” yetişemeyecekleri aşikâr.

HECE GENÇ KİTAPLARI

Giderek edebiyatımızda bir ekol olmaya başlayan Hece Yayınları’nın “Hece Genç” serisi, titizlikle hazırlanıyor ve bu kitaplar okuyucuya muntazaman ulaştırılıyor. Eserlerin kapak düzenlemelerinden muhtevalarına kadar göz alıcı ve gönül kuşatıcı olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu seriden ilk olarak Rüzgârla Yarışmak kitabından bahsetmek istiyorum. Âtıf Bedir’in kitabı merhum Nuri Pakdil’in romanıdır aslında. Kahramanımız “Emin”, bir neslin “sözcü”lüğünü ve ‘abi’liğini üstlenen Pakdil’dir. Onun okul yılları, ilk edebiyat hevesi ve çevresi, mücadeleleri, azmi, gayreti ve nasıl bir edebiyat nesli meydana getirdiği, çarpıcı bir dil ve sürükleyici bir anlatımla okurun önüne konuluyor. Hamle dergiyle filizlenen ve Edebiyat dergisi ile taçlanan bu ruh koşusunun öncüsünün idealleri ve bu ilkeler, ülküler adına gösterilen çaba, okuyucuya saygı uyandırıyor.

MEKTEBİN BACALARI

Mustafa Soyuer’in Mektebin Bacaları kitabını çok sevdim. Bana ilk etapta Ziya Osman Saba’nın hikâyelerini hatırlattı. Ancak Saba hikâyelerinde çocukluğunun, delikanlılığının, sınıftaki arkadaşlarının, nişanlılık döneminin, yaşadığı mahallenin ve hayatının muhtelif dönemlerini ayrı hikâyeler, hatıralar olarak anlatıyordu. Soyuer ise bütün hikâyelerini okuduğu sınıftaki arkadaşlarına tahsis ediyor. Sınıftaki arkadaşlarının “En Zeki”lerini,”En Pisboğaz”ını, “En Dindar”ını, “En Esprili”sini, “En Yakışıklı”sını, “En Titiz”ini anlatıyor. Tabii kendisi de tasvir ediyor. Birçok genç yazara da ilham kaynağı olabilecek bir kitap. İnsan öncelikle en yakından tanıdıklarını anlatmak ister yazarken. Birlikte oturup kalktığı insanları dile getirmek ister. Mustafa Soyuer de Mektebin Bacaları’nda işte tam da bunu yapıyor. Yazar, sınıfından muhtelif portreleri başarılı bir üslup ile aktarırken “insan hikâyeleri”ni de bizimle paylaşıyor. Kitabın başında şu takdimi okuyoruz: “Belki bir Mekteb-i Sultani değildi ama bizim okulumuz da güzeldi be kardeşim. Biz de seviyorduk, sevilmesi gereken şeyleri. Biz de şiddetle nefret ediyorduk; uzayıp giden etüt saatlerinden, geciken postacıdan, dudaklarımızı haşlayan krom bardaklardan bilhassa da kapuskadan…” Soyuer, “Köy enstitüsünden bozma eski okulu” tarif ederken hayal dünyamızı da harekete geçiriyor: “Bozkırın inatçı sarışınlığına karşı, koyu yeşil bir isyan… Lojmanlarla birlikte, irili ufaklı kırk elli bina vardı. Saçaklardan Zülfikâr keskinliğinde buzlar sallanırdı. Ağaçlardan karakavak ve karaçam biterdi. Kuşlardan karakarga öterdi. Günlerden pazartesiydi, aylardan şubat…” Ve devam ediyor: “Yatılı okul işte. İmkânı olmayana büyük imkân. Her gün, üç öğün üç çeşit yemek. Haftada bir........

© Milat