Sessizliğin fısıltısı gürültünün prangası
Etrafımızı saran o dinmek bilmeyen uğultu... Telaşın bir yankısı gibi çınlayan aceleci bir korna, o hep son dakika bir yerlere yetişebilme son dakikacılığının metalik çığlığı, bitişik masadan yükselen kahkahaların hoyratlığı, ekranlardan dökülen anlamsız kelime ve görüntü şelaleleri... Günümüz insanı, adeta bir gürültü okyanusunda boğulurcasına kulaç atıyor. Farkında mısınız, artık en basit bir düşünce kırıntısını yakalamak, kendi iç sesimizi duymak bile neredeyse imkansız hale geldi. Öyle bir bombardıman altındayız ki, bazılarımız, özellikle de o en hassas ruhlar, bu kakofoniden kaçacak bir sığınak arıyor çaresizce. Tıpkı fırtınalı bir denizde küçük bir adacık arayan gönül yorgunu bir denizci gibi...
Ancak madalyonun bir de diğer yüzü var: Sessizlikten ve o kutlu huzurdan adeta ürken, kendi varlıklarını ancak gürültüyle ispat edebilen bir kesim. İşte onlar, büyük kentlerin kaosunu besleyen, yanlış yere park ettikleri arabalarla yolları tıkayan, en ufak bir çıkar uğruna başkalarının hakkını gasp eden, o anlık tatminleriyle toplumsal huzursuzluğun fitilini ateşleyenlerdir. Onlar için sessizlik, belki de yüzleşmekten korktukları bir boşluktur; gürültü ise o boşluğu örtbas eden bir paravan... Belki de asgari ücretle gün boyu semt pazarının gürültüsüne zaten yeterince doyan bir emekçi, evinde sükunetin hasretini çekerken, başka bir kesim, belki de uzun mesai saatlerinin yorgunluğuyla kaçırdığı o toplumsal canlılığı, kendi yarattığı ya da maruz kaldığı başka gürültülerle mi telafi etmeye çalışıyor? Ya da, otopark ücretinden kaçınmak gibi küçük hesaplarla kaldırımları, yolları, hatta acil durumlar için hayati önem taşıyan emniyet şeritlerini dahi gasp edenler; belki de bu kadar sesin, bu kadar karmaşanın ortasında, hayatın ve kendi sorumluluklarının gerçekleriyle yüzleşmekten bir an olsun kaçabildikleri için mi bu gürültülü düzensizliği tercih ediyorlar? İtfaiyenin bile giremediği, her an bir felakete davetiye çıkaran o sokaklar, acaba bu zihniyetin en acı meyveleri değil mi? Ve tüm bu kargaşayı, bu ses yükseltmeyi, demokratik bir hak arayışı ya da ekonomik bir tepki sanma yanılgısı, bizi daha büyük bir çözümsüzlüğe mi sürüklüyor? Ne kadar da akıl almaz bir düşünce silsilesi değil mi?
Peki, bu gürültü neden hayatımızın bu kadar merkezinde? Neden çocuklarımız, daha hayatlarının baharında, sessizliğin o besleyici kucağına sığınmak yerine, sürekli bir sesin, bir uyarının peşinden sürükleniyor? Acaba onlara okumanın o derin sessizliğindeki hazzı, düşünmenin o yaratıcı dinginliğini yeterince sunabiliyor muyuz? Yoksa eğitim sistemimizden başlayarak, toplumsal alışkanlıklarımızla onları farkında olmadan bir gürültü bağımlılığına mı itiyoruz? Ve en acısı, sessizliğin bir lüks değil, temel bir ihtiyaç olduğunu anlamak için illa ki hayatın ileri demlerini mi beklemek zorundalar?
Oysa bu........
© Milat
