İletişim kurma tekniği
Nisan yağmurlarının ıslattığı İstanbul sokaklarında, iki çocuk parkın ortasındaki çamurlu bir su birikintisine taş atıyordu. Biri, fırlattığı taşla diğerinin seçtiği “hedef tahtasına” isabet ettirdiğinde, öteki hızla dönüp, “Hile yaptın!” diye haykırdı. Yüzlerdeki asabiyet, ilkbaharın tazeliğine inat, bir kavgaya gebe gibiydi. Ta ki küçük ellerden biri, çamurlu ceketini silkeleyerek, “Özür dilerim… Senin seçtiğin taşı bulalım yeniden” deyinceye kadar. İşte o an, insanın en saf haline tanık oldum: Pişmanlık ve iyiniyetle uzatılan bir dal. Çocuklar, çamurun içinde kaybolan taşları ararken, yetişkinlerin unuttuğu bir hakikati hatırlattılar: Anlaşmazlıklar, ancak iyiniyetin filizlendiği toprakta çözülür.
Felsefenin bahar bahçelerinden derilen iyiniyet prensibi, tam da bu hakikati anlatır. Karşımızdakinin sözlerini, en derin, en insaflı niyetini duymaya çalışmak… Tıpkı bir lalenin katmanlarını tek tek açarken, özüne ulaşmak gibi. Bir arkadaşınız, “Bu şehirde artık kimse birbirine gülümsemiyor” diye söylendiğinde, bunu bir genelleme değil, bir yalnızlık itirafı olarak dinlemek… Belki de asıl demek istediği, “Eskiden sokakta selamlaştığımız o samimiyeti özlüyorum”dur. İnsan, bazen duygularını kelimelerin kırılgan yapraklarına sığdıramaz. İyiniyet, işte o sığmayanı hissetmektir.
Toplum olarak, bu prensibi neden çiçeklenmeden kuruttuk? Sosyal medyada biri, “Nerede o eski bahar şenlikleri?” diye yazdığında, yorumlar anında dikenleniyor: “Her şeyi romantize ediyorsunuz!” veya “Geçmişi özleyen, geleceği sulayamaz!” Oysa o kişi, belki çocukluğundaki panayırları,........
© Milat
