Bir devri kapatmak
2000’li yıllardan itibaren dünyada yükselen popülizm dalgası sadece Türkiye’de değil, birçok ülkede benzer şekilde işledi.
Neoliberal politikaların ve küreselleşmenin vaat ettiği “herkese refah” söylemi, özellikle orta ve alt sınıflarda tam tersi sonuçlar doğurdu: ücretler yerinde saydı ya da düştü, sosyal devlet geriledi, güvencesizlik arttı.
Bu kesimler, kendilerini sisteme yabancı, unutulmuş ve hatta aldatılmış hissetmeye başladılar.
Recep Tayyip Erdoğan da bu küresel akımın Türkiye’deki en güçlü yansımasıydı.
2001 krizi sonrası yaşanan ekonomik çöküş, Erdoğan’ın halk nezdinde “değişimin adamı” olarak parlamasına zemin hazırladı.
Sadece ekonomik kriz değil, aynı zamanda eski siyasi liderlerin halktan kopukluğu da bu yükselişi kolaylaştırdı. Erdoğan, kendisini hem halkın içinden gelmiş biri olarak hem de “bu sistemin dışından” biri gibi konuşarak bir umut yarattı.
Ancak zamanla popülist rejimlerin klasik sorunları Türkiye’de de kendini göstermeye başladı: Güç tek elde toplandı, kurumlar zayıfladı, denetim mekanizmaları devre dışı kaldı. Liyakat yerini sadakate bıraktı. Nepotizm (adam kayırma) yaygınlaştı, kamu kaynakları kötü yönetildi, yolsuzluk iddiaları arttı.
Bu noktada ilginç olan, halkın önemli bir kesiminin bu tabloya rağmen Erdoğan’ı desteklemeye devam etmesiydi, “Almanya bizi kıskanıyor”, “Dış güçler oyun oynuyor” ya da “Yaparsa yine o yapar” gibi söylemlerle başarısızlıklar dış faktörlere bağlanırken, içerde yaşanan yoksullaşma ise ya inkâr ediliyor ya da kutsanıyordu.
“Çalıyor ama çalışıyor” toplumsal ahlakın nasıl aşındığını gösteren en çıplak örnekti.
Bu bir tür çaresizlikten doğan rıza gibiydi, halk bir yandan yoksullaşıyor ama bir yandan da alternatif göremediği için mevcut durumu meşrulaştırıyordu.
Bu bir paradokstur. Hem adaletsizliğe isyan etmek hem de o adaletsizliği üreten yapıyı “bizden biri” diye savunmak.
Bir liderin halkın içinden gelmesi, o halkı gerçekten temsil ettiği anlamına gelmiyor. “Halkın içinden gelmek” bir erdem gibi sunulsa da bir ülkeyi yönetmek için sadece o halkın geçmişinden gelmiş olmak yetmez.
Asıl mesele, işin ehli olmak, liyakatli olmak, krizleri doğru okuyup rasyonel adımlar atabilmektir. Halktan biri olmak, seçilmek için güçlü bir hikâye sunabilir; ama ülkeyi yönetmek başka bir uzmanlık ve ahlaki sorumluluk gerektirir.
Popülist liderler genellikle halkın taleplerine hemen ve doğrudan yanıt........
© Medya Günlüğü
