menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Boykot meselesi ve umudun hafızası

18 0
31.03.2025

Türkiye’nin son bir haftalık siyasi ve iktisadi menziline baktığımızda, karşımızdaki tabloyu sadece “karanlık” diyerek geçmek, toplumsal varoluşumuzdaki dinamikleri ıskalamak olur.

Kolluğun şiddeti, yargının sabırsızlığı ve medyanın tetikçiliği, iktidarın alışıldık triadını bir kez daha gösteriyor.

Bu üç ayaklı tahakküm, siyasal olanı suçla, sivil olanı korkuyla, kamusal olanı yasakla bastırmaya çalışıyor.

2019’da sandıkta kaybettikleri İstanbul’u, davalarla geri alma iştiyakı, siyasetin de rafa kaldırıldığını gösteriyor.

Bu baskı zincirinin halkaları arasında dolaşan yalnızca İmamoğlu da değil.

İnsanların sabaha karşı kapıları kırılarak evlerinden alınması, bu düzenin olağan adli pratiğine dönüşmüş durumda.

Gençlerin, emekçilerin, kadınların ve tüm dışlananların bu rejimle kurduğu mesafe sadece ideolojik değil, yaşamsal...

Çünkü bu rejim gençliği geleceksizleştirirken, emeği değersizleştiriyor, kadın bedenini siyasetin nesnesi kılarken, hak arayanı terörize ediyor.

Çiftçi mazotuna, esnaf kredisine, öğrenci KYK borcuna esir ediliyor.

Sokakta itiraz eden, pankart açan, düşüncesini haykıran başta gençler, herkes, gözaltına alınıyor, tutuklanıyor.

İstanbul’un duvarlarına 2019’da yazılan bir cümlenin, beş yıl sonra sahibini cezaevine götürmesi rejimin tahayyülünün de özeti...

Bu rejimin kudreti, zannolunduğu gibi sandıktan değil, kasadan neşet eder.

İstibdadın temeli sadece ideolojik aygıtlardan değil, sınıfsal tahkimattan geçer.

Bugünkü rejim, otoriterliğini, müteahhit ihalesiyle, teşvikli yatırım kredileriyle, kur korumalı mevduatla, kartel medya üzerinden pompalanan sınıf körlüğüyle kurmuştur.

Bu rejimin asli dayanağı, geniş halk yığınlarının rızasından ziyade, mütecanis bir sermaye blokunun istikrar talebine verilen cevaptır.

Ne zaman ki bu istikrar, siyasal değil ekonomik saiklerle sarsılır, ne zaman ki halk cüzdanını kapatır, işte o zaman birileri gerçekten telaşlanır.

Son günlerde Türkiye’de yükselen boykot çağrıları bu telaşın izdüşümüdür.

Boykot, doğrudan paranın yönünü, sermayenin devinimini, tüketimin ideolojik kodlarını hedef alan bir iradedir.

Boykot, bir örgütlenme biçimidir.

Gücünü, şiddetten değil, şiddetsizliğin yıkıcılığından alır.

Sessiz ama keskin, görünmez ama sonuç alıcı…

Tam da bu yüzden bu kadar korkutucudur.

Çünkü rejim, iktidarını piyasa ile tahkim eder.

Çünkü para, iktidarın şah damarıdır.

Çünkü bu rejimi ayakta tutan, sermaye düzeninin süregiden istikrarıdır.

Büyük sermaye grupları, yandaş ihalelerle büyütülen holdingler, devletin reklam pastasından beslenen medya organları…hepsi bu sistemin çarklarıdır.

Bu çarklara akan para, ekonomik olduğu kadar, politik bir bağlamdır.
Ve boykot, bu bağlamı kesintiye uğratır.

Bu halk, neyin ne olduğunu biliyor.

Hangi........

© Kısa Dalga