‘Bakışlar gözlerin sesidir’ ya da...
En çok istediğimiz ve pek az kazanabildiğimiz şeyin adıdır dostluk. Hayatın bizim de dışımızda çalışan bir kurgusu vardır ve onun içinde bazı insanlarla buluşur bazılarıyla ayrışırız. Bitmeyen bir oyun duygusuyla da açıklamak isterim dostluğu zamanla ortak duygular, düşünceler, mekanlar, kesişmeler hatta tesadüflerin ördüğü. Her gece orada duran bir yıldızın parlak bir gecede bize göz kırpıp ona doğru yükselivermek de diyeceğim bir dostla buluşmaya. İnsanın her halinin bedeninin her parçasının ayrı bir dil olup karşısındakine açıldığını gözlerin hele onların ebedi bir yitiği arar gibi işe koyulduğunu söyleyeceğim. Diyojen’in gündüzleyin elinde fenerle aradığı şey neyse ona benzerliğinden dem vuracağım.
1980’li yılların fütursuz değişim dalgasının ortasında Mehmet Kaplan ‘Öğrencilerimin gözlerini kaybettim’ başlıklı bir yazı yazmıştı. Eğitimi amfi denilen mekanda mekanik bir iş olmanın ötesinde insandan insana en çok da göz göze bir etkinlik olarak gören bu duyarlığın bir karşılığı var mı hala bilinmez ama yaşadığımız zamanlarda hemen her yönden en ağır darbeyi dostluk kavramı almış olmalı. Aklın yanıltıcı telkinlerinin ötesinde kalp, göz ve kulak üçlüsünün hayat verdiği dostluk için söylenecek çok söz bulunabilir. Ingeborg Bachmann ‘ sadece bir beyne sahip olup da kalbi olmayan biri kimse değildir’ derken, dilimizdeki gönül kelimesini de kastetmiş sayılır. Türkçe’de nöker, arkadaş, yoldaş gibi kelimeler Farsça’dan geçen dostluk karşısında yeterince büyüyemezler. Dostluğun ilahiyatı diğerlerinin duygusunu gölgeler. Onları içerir. Bu sebepten de çok şeydir dost. Yerine ve zamanına göre hem kucak açar hem de dışarıda bırakır. Türkü........
© Karar
