menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Gazeteciliğin beyaz saçlı Cumhuriyet kızı: Müşerref Hekimoğlu

14 4
previous day

1940’lardan 2000’lere Türkiye’de gazeteciliğe damga vuran Müşerref Hekimoğlu, meslek ilkeleri uğruna reklamlarda oynamayı reddetmiş, rakip gazetelerden gelen astronomik transfer tekliflerini geri çevirmişti. Yat gezileri, evler, arsalar vaat eden patronun tekliflerini elinin tersiyle itmiş, o görüşmeden tüm çalışanlara her gün yemek çıkarılmasını sağlayarak dönmüştü.

Devlet yetkilileri bile yabancı liderlerin yakında Türkiye’yi ziyaret edeceğini Hekimoğlu’ndan öğrenirdi. Ortadoğu savaşının sorumlusu olarak gördüğü için İsrail’in davetini reddederken de insan haklarına ve gazetecilik ilkelerine sahip çıkmıştı. Kürtaj ve okullarda cinsel eğitim verilmesi gibi konuları basında tartışmaya açan ilk isimlerdendi. “Adramytteion’un beyaz saçlı kadını” Müşerref Hekimoğlu’nu, Şeriban Alkış yazdı.

1940’lardan 2000’lere, başkent partileri, sayısız yurtdışı gezisi, sanatçılarla dostluklar, yaşadığı aşklar; çeviriler, Yeni Sabah’ta, Akşam’da, Cumhuriyet’te köşeler, ANKA’da genel müdürlük, darbeler, gözaltılarla geçen 83 yıllık bir ömür… Ertuğrul Özkök’ün “en renkli ve en eski siyasî magazinci,” Tuğrul Eryılmaz’ın “onun adı kullanılmadan olmaz bu iş” diye andığı Müşerref Hekimoğlu, yalnızca sosyetenin değil bürokrasinin de nabzını tuttu.

Sayısız köşe yazısının yanında 27 Mayıs 1960 günlerinde yaşadıklarını anlattığı “27 Mayıs’ın Romanı”, Cumhuriyet’teki “Başkent Günleri” köşesinden seçilmiş yazıların bulunduğu aynı isimli bir kitap ve çocukluğundan itibaren yaşamını anlattığı “Anılar, Bir Cumhuriyet Kızı” gibi eserlerin de yazarı…

Müşerref Hekimoğlu, 13 Eylül 1921’de İstanbul’da doğdu. Çocukluğu Göztepe’de Yeşilbahar Sokağı’nda bahçeli bir evde geçti. Yeşilbahar, Bağdat Caddesi’nden Göztepe İstasyonu’na kadar uzanan, civarın en uzun sokağı. Bereketli bir sokak; hem güller, yaseminler, leylaklar, “bir yanda Fenerbahçe, bir yanda adalar” hem de erken Cumhuriyet’in seçkinlerine evsahipliği yapmış.

Annesi İhsan Hanım’ın bahçesi, komşu Osmanlı Hariciye Nazırı Cevat Paşa (Çobanlı)’nın bahçıvanlı bahçesiyle yarışır güzellikte. O sokakta Türkiye’nin Yargıtay’a seçilen ilk kadın üyesi Melahat Ruacan, ilk kadın röntgen/radyoloji uzmanı Saadet Gören, 1931 yılının Türkiye Güzellik Kraliçesi Naşide Saffet, 1932 yılının Dünya Güzellik Kraliçesi Keriman Halis ile komşular.

Üç kız kardeşi olan Müşerref, çocukluk oyunlarında güzellik yarışması senaryolarıyla eğlendiklerini, babası İsmail Hakkı’nın “Güzel kadın olmak yetmez, güzel insan olmak gerekir” sözünü hiç unutmadığını anlatıyor. Babası, Demiryolcuları Sendikası’nın kurucularından. Hekimoğlu soyadı da, anlaşılacağı üzere büyükbabasının doktorluğundan geliyor. Müşerref ilerleyen yıllarda evlenince de soyadını değiştirmiyor. Babasının büyükannesinin “Çerkes Prensesi” olduğunu, ailede “Çerkeslik olduğunu,” ama çocukken Çerkes sözünden hiç hoşlanmadığını anlatıyor: “Belki de Çerkez Ethem’den ötürü.”

“Savaş fena etkiliyor beni”

Göztepe Taşokul’daki eğitiminden sonra Erenköy Kız Lisesi’ne başlıyor, babası Eskişehir’e atanınca Eskişehir Lisesi’nde devam ediyor. Erenköy’ün yabancı dili İngilizce, Eskişehir’inki ise Almanca. Müşerref Hekimoğlu kısa bir süre Almanca’ya uyum sağlamakta zorlansa da Muhsin Ertuğrul’un yönettiği ilk sesli Türk filmi İstanbul Sokaklarında’nın (1931) başoyuncusu yakışıklı Rahmi Öztoprak’ın yeni Almanca hocası olarak okula gelmesi, üniversite tercihini de etkiliyor: “O olmasaydı üniversitede Alman Dili ve Edebiyatı okur muydum bilmem.” Bölümü de hocaları da pek beğenmiyor ama Nazi Almanyası’ndan İstanbul Üniversitesi’ne sığınmacı olarak gelen akademisyenlere saygısı var: “Savaş fena etkiliyor beni. Yahudi kökenli öğretim üyelerine sempati duyuyorum…”

Bu sırada Almanya Tübingen Üniversitesi’nde geçirdiği bir yaz okulu bütün bir geleceğini belirliyor. 19 ülkeden 200’ü aşkın öğrencinin bulunduğu bu okulda İsviçre ve İtalya’nın en zengin ailelerinin çocuklarıyla da tanışıyor, Avrupa’nın farklı akademilerinden gelen hocalar ve sanatçılarla da… Bu sayede çok sayıda Avrupa şehrini ziyaret ediyor. Gezilerinden birinde İtalya’nın Milano kentinde otelin salonunda tavla oynayan yaşlı adamları görüyor. Bozuk bir Türkçe ile konuştuklarını duyunca yanlarına gidip “Nerelisiniz” diye soruyor:

— Kongolu.

— Kongo’da tavla mı var?

— Biz götürdük.

— Nereden?

— Diyarbakır’dan götürdük tavlayı.

— Neden gittiniz Kongo’ya?

— İsteyerek değil, yazgımız gereği.

İkisi Artin, biri Kevork isimli bu üç kişinin ölmeden önce son bir kez memleketlerini görmek üzere Kongo’dan İtalya’ya, oradan da Türkiye’ye gideceğini anlatıyor. “Benim için yeni bir konu bu. Hayli etkilendim” diyor ama üç Ermeni adamın istemeden Kongo’ya gitme hikâyesine dair daha fazla şey anlatmıyor.

Demir bilekli Seelenmeyer ve gazeteciliğe adım

Müşerref Hekimoğlu, gazetecilik hikâyesini Almanya Lüneburg’ta bir ev partisinde tanıştığı ressam Klaus Seelenmeyer ile anlatmaya başlıyor hep. Seelenmeyer, güzel sanatlar akademisinin son sınıfındayken Almanya’da savaş başlıyor; askere alınıyor, bir uçuşta yaralanıyor ve sağ bileği parçalanıyor. “Demir bilekli adam” yıllarca sol eliyle resim yapmayı deniyor ve nihayet ilk sergisini açabiliyor. Almanya’ya geleli demir bilekler; kolsuz, bacaksız erkekler görmüş ama Seelenmeyer’in ressamlığı hayli etkilemiş Müşerref Hekimoğlu’nu. İstanbul’a dönünce yaptığı bir çeviriyi Doğan Kardeş’e götürüyor.

Doğan Kardeş, Yapı Kredi Bankası’nın kurucusu ve 1950-53 arasında Demokrat Parti’nin Manisa milletvekili Kâzım Taşkent’in, İsviçre’de yatılı okulda okurken bir heyelan kazasında ölen 10 yaşındaki oğlu Doğan’ın anısını yaşatmak üzere kurduğu bir çocuk dergisiydi. Derginin idaresi Vedat Nedim Tör’de. 1919’da Berlin’de kurulan Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası’nın yöneticiliğini yapmış, 1927 Tevkifatı sırasında parti belgelerini polise teslim ettiği için Şefik Hüsnü tarafından dönek ilan edilen, 1930’lu yılların önemli dergilerinden Kadro’yu kuran, Türkiye’nin ilk radyosu İstanbul Radyosu’nun onun yönetiminde başladığı ve 25 yıl boyunca Yapı Kredi Bankası’nın kültür ve sanat işlerini yürüten Vedat Nedim Tör.

Müşerref Hekimoğlu, Tör’e demir bilekli Seelenmeyer’in hikâyesini anlatınca “Çok iyi anlattınız, bunları yazın, diliniz iyi, çeviriden vazgeçin, yazmayı deneyin, Hayat dergisinde çalışın” telkinini duyuyor. Şevket Rado’yla tanıştırılıyor ve Hayat’ta yazması kararlaştırılıyor. O gün 30 Nisan, aynı zamanda anne ve babasının evlilik yıldönümleri: “Bu yıldönümünde size özel bir armağanım var, bugün gazeteciliğe başladım. Mesleğimi seçtim.”

Gazetecilik kapısını açan çeviriden de vazgeçmedi

Müşerref Hekimoğlu gazeteciliği seçtiği bugünü her yıldönümünde, hatta bazı dönüm noktalarında büyük partilerle kutladı.

Ona gazetecilik kapısını açan çeviriden de hiç vazgeçmedi, “çocuk doğurmuş gibi bir duygu” olarak görüyor çeviriyi. İlk çevirisi Hermann Sudermann’ın “Litvanya Hikâyeleri”; bu çeviriyi babasına atfediyor: “Sevgili babacığıma, güzel soyadımızı gelecek kuşaklara tanıtmanın sevinciyle.”

Çevirileri sürüyor yıllarca; dergiler için öyküler çevirmiş, çevirdiği oyunlar sahnelenmiş. “Çeviri hoş bir olay. Bir sayfa, bir sayfa daha, Almanca bir öyküyü Türkçe yazıyorsun, özüne dokunmadan, yazarına saygı, özdiline sevgi içinde.”

Hatta Nurullah Ataç, Müşerref’in Thomas Mann’ın “Alacakaranlıkta” çevirisini beğendikten sonra Türk Dil Kurumu’na çevirilere de ödül verilmesini önermiş. Bu arada Yapı Kredi Bankası’nın yıldönümü için 1960 yılında F.W Foerster’ın “İyi İnsan İyi Vatandaş” kitabını da Müşerref çevirmiş: “O çeviri için hayli para ödendi diye sevindim ama sevincim yarıda kaldı sonra. Kitap kaç kez basıldı, bana bir kez para ödendi!” Bu paranın tamamını gazeteciliğe feda edecek ileride.

Ara Güler ile hazırladığı dizi ve Çankaya’ya tırmanış

Ayda bir yayımlanan dergiye çeviriler, röportajlar hazırlamaya, Almanca dergilerden aktarmalar yapmaya başlıyor Müşerref Hekimoğlu: “Resimli Hayat’ın sayfalarını tek başıma dolduruyorum neredeyse. Yazılara değişik imzalar atıyorum. M. Şeref, Müşerref Hekimoğlu, M. Hakkı.”

Hayat’ın haftalık dergiye dönüşmesiyle Müşerref Hekimoğlu daha fazla çalışmaya başlıyor. Vedat Nedim Tör, ünlü kişilerin evlilik ve mutluluk üzerine düşünceleri ve ortak yaşamlardaki özellikleri üzerine “mutlu çiftler” isimli bir dizi yapmasını öneriyor. Profesörler, yazarlar, bakanlar var listede.

Bu arada seri kapsamındaki fotoğrafları da Ara Güler çekiyor. Hayat’ın ona getirdiği dostluklardan biri Ara Güler. 1950’lerden 2000’lere, İstanbul’dan Ören’e, yurtdışı gezilerine süren bir dostluk. “Anılar, Bir Cumhuriyet Kızı” kitabının kapağında da yer alan fotoğrafını Ara Güler 1995’te Ankara’da çekmiş.

Ara Güler’in 1995’te Müşerref Hekimoğlu’nun Ankara’daki evinde çektiği bir fotoğrafı

Müşerref Hekimoğlu, o dönem Demokrat Partili eniştesi Enver Kök sayesinde birçok politikacı tanıyor Ankara’da. Cumhuriyet Halk Partili (CHP) bir aile olduklarını ama toplumdaki değişim arzusunun DP’yi iktidara getirdiğini anlatıyor:

  • Ablamın kocası 1946 seçimlerinde DP’den Sinop milletvekili oldu, ama partiden çabuk ayrıldı. (…) 1950 seçimlerinde DP’nin iktidara gelmesi kaçınılmazdı. Babam Göztepe’deki seçim sandığında görevli, göğsünde CHP rozeti, ama biz CHP’ye oy veriyoruz, eniştem DP’den ayrılmış, ailesi DP’ye oy kullanıyor. DP’nin durdurulmaz tırmanışı bu.

“Mesleğimizde çevrenin, dostlukların önemini daha iyi anlıyorum”

Müşerref Hekimoğlu, bu yazı dizisi kapsamında Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve eşi Reşide Bayar ile de görüşüyor. Bu görüşmeyi akrabaları ve arkadaşları sayesinde ayarlayabiliyor: “Mesleğimizde çevrenin, dostlukların önemini daha iyi anlıyorum giderek.”

Bu cümle, anılarını anlattığı kitapta en çok geçen cümlelerden biri. Bu görüşmelerde Çankaya Köşkü’nü gezebiliyor; eşyaların, resimlerin hikâyesini dinliyor Bayar çiftinden. Hayat’ın fotoğraflı “Çankaya özel” eki böylece yayımlanıyor, Yapı Kredi de o sayıyı tüm yabancı elçiliklere gönderiyor. Baştan sona kendi emeğiyle hazırlanan bu sayının bu kadar yaygınlık kazanmasından çok mutlu: “Mesleğimin ilk döneminde Çankaya’ya tırmanmaktan çok hoşlanıyorum. O yıllarda cumhurbaşkanları gazetecilere açık ve seçik değil.”

Bayar çiftiyle görüşmelerinden birinde Reşide Bayar, Amerikalı kadınlarla ilgili gözlemlerini aktarıyor ve genç kadınların da politikayla ilgilenmelerini etkileyici bulduğunu söylüyor. Cumhurbaşkanı Bayar, yemek sohbetleri bittiğinde “Bu çok dağınık bir konuşma oldu, nasıl toparlayacaksınız” diye soruyor Müşerref’e.

Durumu çaktım, Cumhurbaşkanı eşinin rastgele konuşmasından hoşlanmadı, beni uyarıyor.

— Ben istediğim yanıtları aldım efendim. Onları yazacağım, atladığım bir yer varsa düzeltiriz.

Bayar gülümsedi.

— Yazınız bitince telefon edersiniz, sizi bekletmezler.

Oturup o söyleşiyi baştan yazdığını, yazı bitince köşke telefon ettiğini, başyaverin Müşerref Hekimoğlu’nu direkt Bayar’ın çalışma odasına götürdüğünü, yazıyı Bayar’a okuduğunu ve onayını aldıktan sonra yayımladığını anlatıyor.

Müşerref Hekimoğlu meslek hayatı boyunca her partiden sayısız siyasetçiyle görüştü. Üstteki fotoğrafta, Pembe Köşk’te İsmet ve Mevhibe İnönü’yle birlikte görülüyor. Alttakinde ise Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın Fransa gezisinde, eşi ve meslektaşı Kuvvet Başarır ile (sağda)…

Patron arsa teklif etti, o tüm çalışanların hakkını savundu

Müşerref Hekimoğlu bu röportajlarla Hayat’a Ankara’nın, yani Cumhuriyet seçkinlerinin kapısını da açmış oluyor. “Yabancı sefirelerin gözünden Türkiye” ve “Mutlu çiftler” serileriyle Hayat’ın patronu Kâzım Taşkent’in ilgisini çekiyor.

Bir gün Şevket Rado, Müşerref Hekimoğlu’na, “Kâzım Bey’in sizden bir ricası var” diyor. Yapı Kredi Bankası, Tuzla ile Gebze arasında bulunan Bayramoğlu yarımadasına evler yapmaya başlamış: “Bayramoğlu’na gidin bir gün. Sonra güzel bir motorla bir deniz gezisi düzenleyin, dostlarınızı çağırın oraya, görsünler, bir büfede ağırlansınlar, belki ilgi duyar orada bir ev, bir yer almak isterler, güzel bir çevre oluşur sizin tanıdıklarınız, dostlarınızla…”.

Şaşırıp “Ben böyle bir gezi düzenleyemem Şevket Bey. Tüm dostlarım olanaklarımı biliyor. Denizde bir piknik benim açımdan hiç inandırıcı değil” diye cevap veriyor Müşerref Hekimoğlu. Taşkent, Müşerref’in de bir arsa sahibi olabileceği haberini iletiyor Rado üzerinden. Ama Müşerref bu teklifi de reddettiğini haklı bir gururla anlatıyor.

Ayrıca patron Taşkent, her hafta Hayat’ın Klod Farer Caddesi’ndeki ofisine uğrayıp eleştirileri ve önerileri duymak istiyor; iyi bir öneri verene 5 lira ödüyor, o dönemin parasıyla fena değil. Müşerref’in önerisiyse çalışanların yemek hakkı üzerine:

Yapı ve Kredi Bankası çalışanlara yemek veriyor öğle saatlerinde. İyi ve ucuz beslenme amaçlanıyor. Yapı ve Kredi’nin desteğiyle yayımlanan Hayat dergisinde çalışanlar da yemek yardımından yararlanamaz mı? Kâzım Bey bir an durdu, soruma sıcak baktı galiba. Şevket Rado’ya döndü,

— Bu isteği gerekli yerlere aktarın, Müşerref Hanım’ın önerisi gerçekleşsin.

Toplantı sona erdi birkaç saat sonra. Şevket Rado geldi yanıma, suratı asık, durumu anladım. Toplantıdaki önerimden hoşlanmıyor.

— Siz bankada yemek isterseniz sorun değil ama tüm çalışanlara yemek vermek bankaya hayli pahalıya mal olabilir.

Dikildim birden.

— Ben öğle yemeklerini evden getiriyorum. Kimi günlerde de dostlarımla buluşuyorum, kulise gidiyorum, kişisel bir isteğim yok Sayın Taşkent’ten. Dergide çalışanlar adına bir istek. Onlarca kişi yemek yiyor bankada, 15-20 kişi daha eklenemez mi?

— Bugün yemek, yarın başka öneriler olabilir, sizi uyarmak istedim.

Gazeteci Altan Öymen ve politikacı Turan Güneş ile Burhaniye’de

Hilton Otel’in açılışı: “Boğaz’ın maviliğine çökecek gibi”

Çevreci bir şehircilik hassasiyetiyle basında Boğaziçi’nin yapılaşmasına yönelik eleştirilerini seslendiren ilk isimlerden biri Müşerref Hekimoğlu idi.

1955’te İstanbul’da Hilton Otel’in açılışına Hayat dergisi adına katılmaya çalışıyordu. Ama açılışa davet edilmek öyle kolay değildi. Oteller kralı Conrad Hilton, Olivia de Havilland, Terry Moore, Merle Oberon, Ann Miller’ın da aralarında olduğu, “Uçan Halı” ve “Sihirli Halı” ismini verdikleri iki uçak dolusu oyuncu, şarkıcı ve iş adamıyla ABD’den gelecekti. Müşerref Hekimoğlu, Türkiye’nin ilk beş yıldızlı otelinin görkemli açılışına ABD ve İran Konsolosluğu görevlerini yürütmüş olan ünlü bir diplomatla dostluğu sayesinde gidebildi.

Açılış töreni kapsamında önce Beylerbeyi’nde İstanbul sosyetesinin davetli olduğu bir parti yapılıyor, oradan motorla geçiyorlar Dolmabahçe rıhtımına:

  • Denizden bakınca Hilton bir beton yığını, Boğaz’ın maviliğine çökecek gibi. Galata Kulesi’nin, incecik minarelerin görüntüsünü bozuyor. Yöneticiler Conrad Hilton’u lafa tutuyor, bu görüntüyü göstermek istemiyorlar. İstanbul gökdelenlerle dolmamış henüz, güzelliğini bozmaktan yabancılar da korkuyor.

Açılışta çok sayıda kişiyle tanışıyor, beraber poz veriyorlar. Milliyet’in foto muhabiri İlhan Demirel, Terry Moore’un “eteğinin çok açık olduğu bir anı yakalayıvermiş!” Moore, “iki gözü iki çeşme ağlıyor Nick Hilton’un kolunda.” Törenden bu tür gözlemlerini aktarıyor Hayat’a.

Sosyetenin yeni modası Hilton oluyor artık; düğünler, kokteyller bu otele taşınıyor. Ankara’dan gelen devlet adamları, bürokratlar Hilton’da konaklıyor. Daha önce Beyoğlu muhabirlerinin buluşma yeri Park Otel iken onlar da Hilton’da takılmaya başlıyor.

Doğan Nadi: “Aşk değil, flört değil, karşılıklı bir hayranlık”

Hilton’un trafiği, Müşerref Hekimoğlu‘nun meslekî faaliyetine de yeni bir boyut ekliyor. Otelin havuzbaşında ya da ‘roof’ta çok isimle tanışıyor, ona göre “Bir gazetecinin her yere gitme olanağı yok ama çevresini genişleterek her yerden haber alabilir.” Örneğin Hilton’un terasında bir bakan ve İstanbul sosyetesinden bir kadının romantik dansını aktaran bir telefon alıyor, bunu Hayat’a isimlerini vermeden yazıyor.

Doğan Nadi ile sık sık Hilton’un Karagöz Barı’nda buluşuyorlar. Öğlen saatlerinde içmeye başlayan Nadi ile kahkahalara boğulduklarını, ilerleyen saatlerde Doğan Nadi’de ”filmlerin koptuğunu” anlatıyor: “Güzel bir dostluğumuz var. Aşk değil, flört değil, karşılıklı bir hayranlık. Bu hayranlık daha sıcak bir ilişkiye dönüşür müydü bilmem. Benden çok hoşlandığını biliyorum ama ondan duymadım hiç.”

Müşerref Hekimoğlu’na göre bunu ispatlayan bir an da var. Hekimoğlu ile Kuvvet Başarır’ın nikâh törenine Doğan Nadi gitmiyor. ‘Kokusu salonu kaplayan sümbülteberler’le dolu bir sepet gönderiyor. Bir süre sonra Divan’da karşılaştıklarında Hekimoğlu nikâha neden gelmediğini ona soruyor. Doğan Nadi “Cenaze törenime nasıl geleyim” diyerek kahkaha atıyor.

Kuvvet Başarır (sağda) ile Ankara Palas’ta

Striptiz kulüplerindeki Demokrat Partililer, sarhoş bakanlar

Müşerref Hekimoğlu bir devlet adamının çapkınlığına dair bir haberinde, ilgili kişinin ismini C.B. diye kısaltmış. Bu kişiyi Celal Bayar sananlar olmuş. Bir başka siyasî magazin haberinde ise Bayar’ın ismi doğrudan geçiyor. Ankara Palas’ın pavyonunda dönemin meşhur striptiz dansçısı Colette Jerry’i izleyenlerden birinin Bayar olduğunu Hekimoğlu’nun haberinden öğreniyoruz. ‘Dört motorlu Pamela’nın sâdık izleyicilerinin DP’li vekiller olduğunu da…

“O yazılar nedeniyle mahkemeye verilmedim hiç, yalanlama da olmadı” diyor Müşerref Hekimoğlu. Ama yazılarını yasaklayanlar da var. Basından sorumlu devlet bakanı Emin Kalafat hızla yazılara müdahale ediyor, yasaklatıyor. Müşerref Hekimoğlu, Başkent’teki Süreyya Gazinosu’ndan bir geceyi anlattığı yazısında Kalafat’tan da söz ediyor:

  • Ben yazımda, hayli neşeliydi, yürürken dengesini yitirdi, sırtüstü yere düşünce herkes şaşırdı, diye yazdım. Ama çok içkili olduğu için yıkılmıştı! Kapalı biçimde yazılmasına da içerlemiş olacak, yasakladı hemen.

Kalafat’la ilgili olarak, yaşadığı dönemde yazmadığı ama “Anılar” kitabında anlattığı bir olay daha var. 1950’li yılların sonunda bir yılbaşı gecesi İstanbul sosyetesinden bir grup Yeniköy’de bir villa kiralayıp parti yapıyor. Kapı çalıyor, gelenler Emin Kalafat ve Osman Kapani:

  • Ankara’dan bakanlar gelmiş, bize katılmak istiyorlar. Kapıya gittik, gelenleri saygıyla selamladım ben, sonra zarif sözcüklerle o geceye yabancı alamayacağımızı anlattım. Sayın bakanlar, milletvekilleri her yere gidebilirler ama çağrılmadıkları bir dost toplantısına katılmaya hakları var mı? Kapının yanında sandalyeler var. Biraz oturdular, galiba içki de verdik ama salona girmeden gittiler.

“Patronlar aracılığıyla uyarılmak ilkelerime ters”

Müşerref Hekimoğlu‘nun köşesinde adından en çok söz ettiği kişilerden biri dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu. Başkentin güzel kadınlarından Vesamet Kutlu ile “dillere destan” bir ilişkisi var bakanın. İkisi de başkalarıyla evli, çocukları da var ama yurtdışı gezileri dâhil olmak üzere her yere birlikte gidiyorlar. Hatta Zorlu, birlikteliklerini meşrulaştırmak için devlet protokolüne “onaylanmış sevgili” diye bir ek konmasını istiyor ama Başbakan Menderes onaylamıyor bu öneriyi.

1960’ta Pakistan’daki CENTO Zirvesi’nde Bayar’a eşlik eden üç gazeteciden biri olan Müşerref Hekimoğlu, orada bu konuyu yazmaması için bir uyarı alıyor. Fatin Rüştü, geziye eşi Emel ve kızı Sevin’i götürmek zorunda kalıyor. Dışişleri Genel Sekreteri, “Emel ile Sevin’in Pakistan’a geldiğini yazmamanı rica ediyor Fatin. Vesamet’in üzülmesini istemiyor” diyor. Onu yazmıyor ama her şeyi yazmasından hoşlanmayan Zorlu, sık sık Müşerref Hekimoğlu’nun patronlarını arayıp ona engel olmalarını istiyor. Müşerref oralı olmuyor: “Patronlar aracılığıyla uyarılmak ilkelerime ters.”

Mustafa Kemal’in 1923-1925 tarihleri arasında evli kaldığı Latife Uşşaki ile de Hayat dergisi için söyleşiyor. Atatürk’ün yaveri Muzaffer Kılıç’tan dinleyip Türkiye’ye ilk kez aktardığı bir anı şöyle:

Genç yaverle bahçede uzun yürüyüşler yapıyorlar. Sevgi, saygı, hayranlık duygularını anlatıyor Latife Hanım. Mustafa Kemal yukarıda bir pencerede gizlice seyrediyor bu yürüyüşleri. Sonra da yaverine soruyor laf arasında.

— Latife Hanım latif bir varlık değil mi, Muzaffer?

— Evet komutanım.

— Onu sana alalım mı? Bahçede dolaşırken birbirinize çok yakışıyorsunuz.

Yaver şaşırıyor.

— Latife Hanım bana size hayranlığını anlatıyor o gezilerde.

Atatürk’ün mavi gözlerinde bir şimşek.

— Öyleyse onu ben alayım.

“Müşerref yazınca kovuldum”

Müşerref Hekimoğlu‘nun yazdıklarıyla dostlarının işini zorlaştırdığı da oluyor. Sosyalist teorisyen Doğan Avcıoğlu ile çok yakın arkadaşlar. Müşerref, “burjuva bir kadın” olan Hariciyeci Sevil Avcıoğlu ile Doğan Avcıoğlu’nun evliliğini köşesinde yazdığı için Sevil Hanım’ın işten atılmasına neden oluyor:

  • Dışişleri’nde izinle evlenilirdi. Dilekçeni verirsin, adamın adını soyadını yazarsın, onlar da araştırma yapar, sana bir yanıt verirler. Bana yanıt manıt vermediler, biz de apar topar evlendik. Müşerref Hekimoğlu yazınca ortaya çıktı, ben de izinsiz evlendiğim için kovuldum.

Hayat, siyasal konulara yer vermeyen bir dergi, ama Müşerref Hekimoğlu’nun “aile ocağı politikayla tütüyor”:

  • Ankara röportajlarını yaparken bir av köpeğine benziyorum kimi zaman, iyi kokular alıyorum doğrusu. Hayat döneminde yokuşu güzel tırmanıyorum, ayağım yerde. Ama yolumu kesenler, beni başka tırmanışlara çağıranlar var.

Bu tırmanışa, yani gazeteciliğe çağıranlardan biri de Altemur Kılıç. O dönem Ahmet Emin Yalman başyazarlığındaki Vatan gazetesinde dış politika yazıları yazıyor Kılıç. Bir gün yolda karşılaştıklarında haftalık bir dergi çıkarmak istediğini ama 25 bin liraya ihtiyaç duyduğunu anlatıyor. Müşerref Hekimoğlu “İyi İnsan İyi Vatandaş” çevirisinden aldığı 5 bin lirayı Devir dergisinin kurulması için Kılıç’a veriyor. Hayat’tan ayrılmıyor, akşamları çıkışta bir de Devir’e gidip oraya yazıyor.

Müşerref Hekimoğlu, Metin Toker yönetimindeki Ankara merkezli Akis dergisine İstanbul merkezli bir alternatif olarak görüyor bu dergiyi. Latife Öniş, Berin İnsel ve Refik Erduran gibi önemli isimleri Devir sayesinde tanıyor, bir de Kemal Zamanoğlu imzasıyla ekonomi yazıları kaleme alan Kemal Tahir’i.

Müşerref Hekimoğlu, kültür-sanat dünyasının merkezinde bir gazeteciydi. Üstteki fotoğrafta, Türk balesinin........

© Journo