Rahatsızım Kendimden ve Yadırgıyorum
ÇAĞRILDIĞIM radyoda iki program çektik önceki gün. Boş kalp ve boş akıl sendromu sebebiyle anlama eylemi gerçekleştiremediğimizi ve bunun sebebi olarak anlama ahlakını kaybedişimizi ele almıştık. Çıkışta yere göğe sığamıyordum. Herkes benim gibi sokağa dökülmüştü. Ne yapsam kendimi teskin edemiyordum. “Boşa koysam dolmuyor, doluya koysam taşmıyor” misali bir ruh hâli içinde o sokak benim bu sokak senin dolaşıp durdum ama iç sıkıntımı bir türlü giderememiştim.
Yolumu Valide-i Atik camisinin bahçesine düşürdüm. Güllerle konuşmak istedim. Şirinlikler yaptım kendimce ancak yüzüme gülmediler. Bahçesindeki içi oyuk o koca çınarın gölgesine sığınmak istedim ama beni kabul etmedi. İlk gençlik yıllarımda abdest almayı en çok sevdiğim şadırvanı bile oralı olmadı. Tanımamazlığa vurdu kendini. İçeriye girip o gençlik heyecanıyla müezzinin müsaadesiyle tesbihat kısmında ses verdiğim mahfile yöneldim ama sanırım o da değişti ve sarmalamadı beni. Oysa burada bir cüz okuyabilsem bana iyi gelecek diye düşünmüştüm. Bir sayfayı zor tamamladım.
Çay ocağına attım kendimi ve seslendim “Emmi demli bir çay.” Geldi ama demini almamıştı.
Uzun zamandır görmediğim öğrencilik yıllarımda sıkça yardımını gördüğüm, harçlık aldığım hatta evine götürüp valide sultanın yemekleriyle beslenmemi sağlayan pek sevdiğim caminin baş müezzini belirdi güney kapısından. Heyecanla yerimden fırlayıp elini öptüm. Sanki araya yıllar hiç girmemiş gibi sımsıkı sarıldı ve “Nerelerdesin be hafızım, özlettin yahu” diyerek kulağıma fısıldadı. Kurumak üzere olan gönül çölüme rahmet damlaları düşmüştü. “Otur hele” dedi bu Düzceli Çerkes Beyi müşfik ama bir o kadar da gür sesiyle.........
© İstiklal
