Orman Banyosuna Giden Mültefit Müfit
MÜLTEFİT Müfit derlerdi kendisine. Müfit ismi mültefit ise sıfatıydı.
Sıfatı isminin önüne geçenlerdendi. Herkese ve her şeye hayranlıkla yaklaşır ve iltifat ederdi. Birgün kendisini bir papatyayla konuşurken görmüştüm. Karşısına almış şuurlu bir varlıkla bir nevi sabah sohbeti yapıyordu. “Sen Allah’ın ne kadar güzel bir kulusun” diyordu. Ambiyansı bozmamak için parmak uçlarıma basarak sessizce yaklaşmış bu muhabbetin gizli bir yancısı olmaya çalışıyordum. Duyduklarım şunlardı: “Ah zarafetin şahikası, ah saflığın en yüksek bayraktarı, ah temizliğin kalbi, ah her salınışında gönlümü büyüleyenim, ah kokusuyla her yanımı saranım, ah sadeliğiyle en güzel öncüm, ah yararlarıyla derdime dava olanım, ah yalnızlığımı bölüşenim, ah titreyişiyle kalbimi ihtizaza getirenim.”
Hayretler içinde kalmıştım. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Papatyayla olan “Sevda Seansını” bozmamak için aynı sessizlik ve dikkatle uzaklaşıp köye dönmüş ve olup biteni dedeme anlatmıştım. Dikkatle dinledikten sonra “Ona ‘Mültefit Müfit’ derler, sizin öğretmeniniz o, onun öğretmeniyse papatya oğlum” demişti.
…
MÜLTEFİT kelimesinin anlamını o yaşlarda bilmiyordum tabi.
Ezan okunurken durup hiç kıpırdamadan bitmesini bekleyen ömrümde gördüğüm tek kişiydi. Heybetliydi. Uzun boyluydu ve omuzları genişti. Hızlı adımlarla yürürdü ve çok gezerdi. Hatta köyün minibüsüne binmez kasabaya bile yürüyerek gidip gelmeyi tercih ederdi.
Bu heybetli hâliyle aynı zamanda muhteşem bir nezaketin, hatırı sayılır bir kibarlığın, her şeyle olağanüstü ilgili oluşunun, gönül alma ve hatır sayma hususunda önde bulunuşunun, saygıyı incelikle gösterişinin, aşırı derecede düşünceli hâlinin nasıl bir araya gelip cem olduğunu hiç anlayamıyordum. Geçenlerde hayatın öte yakasına kanatlandığı haberini aldığımda bu hâtıralar tekrar kalbime üşüştü.
…
MÜFİT hoca öğretmenlik mesleğine kendisini adamıştı. Tam bir işkolikti. Alanıyla ilgili her........
© İstiklal
