Hüsnühâl Nine: Fakir Olmak Pahalıdır
HAFIZIN kızı olarak da bilinirdi. Yüz çizgileri bir anlam haritası gibiydi. Yaşına rağmen gözleri iri kalabilmişti. Kahverengi bakardı. Bildim bileli rukû halindeydi. Sağ elindeki bastonu ile o eğilmiş haliyle tüm işlerini görürdü. Koca avluyu çalı süpürgesiyle öncesinde ibrikle sekiz şekli çizerek suladıktan sonra günde iki defa süpürürdü. Tavuklarını dışarı çıkarır onları şarkı besteler gibi bir ahenkle beslerdi. Üç ördeği de vardı ki yumurtadan yeni çıkıp yürümeye başlayan yavrularına bakmak doyumsuz bir haz seline taşırdı onu. Sessizce mırıldanırdı ama söylediği kalbini coşturan bir ilahi mi yoksa sızılarını en acıtıcı şekilde azdıran bir içli türkü mü bilemezdim.
Hafızın kızıydı neticede… Babadan duymuşluğu vardı muhakkak. Ama o yaşta bunu tefrik edemiyordum.
…
ÇEŞMEDEN helke ile su taşımak haricinde harman işleri de dahil olmak üzere kimseden bir şey istemezdi. Anne tarafından uzak bir akrabamız olması münasebetiyle bu görev bana düşerdi. Günde iki kez gider güle oynaya suyunu döke saça taşırdım.
Değişmeyen bir âdeti vardı. Suyu her getirişimde koyunlara tuz yalamaları için avluya konulmuş olan büyücek taşa oturur beni beklerdi. Helkeleri içeriye bırakıp çıktığımda “Hele gel yamacıma” der anlamasam bile bir şeyler anlattıktan sonra avcunda saklayarak tuttuğu bir yumurta ve bir sormuk şekeri minik avuçlarıma bırakır “Haydi selametle” deyip yolculardı. Arkamdan da “Uğurlar uğrasın Uğur’uma” duasını da hiç eksik etmezdi.
…
HÜSNÜHÂL NİNE olarak anılırdı. Böyle ünleyenlerin hakkı da vardı. Hep güzel görür, iyi düşünürdü. Küçücük bir yardıma bir ton dua ederdi.
Yakındığını, şikâyet ettiğini hiç kimseden duymadım. Üstelik hayırsız bir kocaya ve adı Yaşar olmasına karşın yaşayıp yaşamadığı hiç belli olmayan haylaz oğluna........
© İstiklal
