Çifte Bağ İkilemi ve Gülrû’nun Çilesi
BİRİ şarkta diğeri garpta iki ruh hâlinin çekişmeli ortamında gözlerini dünyaya açmıştı. Birbirine bu seviyede aykırı iki kişinin neden bir aile birliği kurmak için zorlandığını anlamak gerçekten güçtü. Geniş olan dünyayı birbirine dar etmek gibi kötücül bir emelin gönüllü neferi olmayı izah etmek zordu. Ama durum tam da buydu.
“Zamanla birbirini tanıyıp kaynaşırlar” öngörüsü her zaman istenen neticeyi vermiyor. “Hele bir çocukları olsun, bak gör nasıl da birbirine bağlanırlar” temennisi de çoğu defa isabet etmiyor. O sebeple asgari seviyede olsa bile “Huyu huyuna” durumuna dikkat etmek büyüklerin öngörü içeren asli vazifelerinden biri olmalıdır. Anadolu’da aklı eren “Görücülerin” evvela gidip müstakbel geleni ve ailesini görmesi, iki tarafın geleneklerini ve kültür kodlarını kıyaslaması aslında çıkabilecek olumsuzlukları en aza indirmek namı hesabına idi.
…
GÜLRÛ bitmeyen savaşların sürüp gittiği böyle talihsiz bir aileye doğmuştu.
Gül yüzlü idi ama yüzünü hiç güldürmeyeceklerdi. Yanaklarındaki allar zamanla acının kan kırmızısına dönüştürülecekti. Ki, tam da öyle olmuştu.
Gülrû daha ilk bebeklik zamanlarından sonra çatışmacı ailesinin farklı mesaj oklarının salvoları arasında kalmıştı. Birini savuşturabilse bile diğerine yakalanıyordu. Birinden başını korumayı başarabilse diğeri koluna saplanıyordu.
Ve ne acı ki istenmeyen bu evlat iki tarafa da yaranamıyordu.
…
ÇELİŞKİLİ mesajların hedef tahtası hâline gelen Gülrû’nun kalbi yaralıydı. Babası saçını hiç okşamamıştı. Kendisi de babasının sakallarını hiç okşamamış, çekiştirememişti. Annesi de bundan farksızdı. Sütünü verirken bile ittirip kaktırıyordu. İki düşmanın vızıldayan kurşunları arasında büyüyüp aklını ve kalbini koruyabilmek hiç kolay değildi.
Birbiriyle kutuplar kadar uzak ve taban tabana çelişkili mesajların arasında kalan bir çocuk ne yapabilirdi ki… Birine müspet cevap verse diğeri için tam........
© İstiklal
