Belik Ukdeli
BU isme ilk defa rastlamıştım.
Ortaokul arkadaşımın küçük kız kardeşiydi. Çok güzeldi. Yüzü ay gibi parlaktı. Nadir gülerdi ama güldüğünde dünya güzelleşirdi. Dişleri etrafa incili ışıltılar yayardı. Az konuşurdu. Ayrıca çok az kişiyi kabul edip konuştuğundan benimle bu kadar derin muhabbet etmesine tüm aile şaşırmıştı. Onun beni kabullenmesi ailenin yakınlığını daha da pekiştirmişti. Zamanla babası Süleyman babam, annesi Fatma annem, kardeşleri de kardeşim gibi olmuştu. Bana yabancılık hissettirmemişlerdi. Öğlenleri Fatma anne benim için oğluyla azık gönderirdi. Öyle makbule geçerdi ki tarif edemem. Gurbette olduğum ve harçlıksız bulunduğumdan ancak bir poğaça alabiliyordum. Ki, o da doyurucu olmuyordu. Bu sebeple Fatma anneden gelen o öğle tostu günlük hayatımı âdeta kurtarırdı. Her neyse şimdi konumuz bu değil, meseleyi dağıtmayalım.
…
BELİK engelliydi. Yürüyemiyordu.
Kendisi için üretilmiş tekerlekli sandalyesi vardı. Onunla her gün çıkarıp gezdirirlerdi. Belirli bir güzergahları vardı. O rotayı her gün takip ediyor hava almasını sağlıyorlardı. Bir gün “Benimle de gezer misin Belik?” dediğimde hiç tereddüt etmeden “Çok isterim abi” demişti.
Bu, onun beni aileden biri olarak gördüğünün, benimsediğinin bir nişanesiydi. Sonradan öğrendiğime göre normalde izin vermiyor kimseyi kabul etmiyormuş. Buna sevinmiştim.
Hafta sonları evlerine gittiğimde bir süre hoşbeşten sonra “Haydi Belik kuşlar bizi çağırıyor, duyuyor musun?” derdim. “Duyuyorum haydi bekletmeyelim” cevabıyla hemen hazırlanmaya başlıyordu.
Belik parkları seviyordu. Kuşları seyretmeye doyamıyordu. Hatta onlarla bazen konuştuğu oluyordu.
Ben soruyor o cevaplıyordu. İçerisine gizlenmiş bilge bir kişiliği olduğunu görüyordum. Kuşlarla ilgili bilmediğim pek çok şeyi köylü çocuğu olmama rağmen ondan öğrendiğimi itiraf etmeliyim.
…
SAÇLARI inanılmaz bir güzellikteydi. Üzüm karası........
© İstiklal
