Pekmez Helvası
Hasan, kapıdan içeri girer girmez tüm evi saran pekmez helvasının kokusunu aldı. “Keşke hiç helva pişirmesen ana!” diye sessiz bir çığlık savurdu yüreğinin derinliklerine. Bu kokuya dayanamıyordu ama ne anasına ne de babasına diyebiliyordu.
Şerif Ahmet, oğlu Hasan’ı sırtından indirip divanın (1) üzerine güzelce oturttu. Oğlunun okul çantasını, divanla pencerenin arasına sıkıştırılmış masanın üzerine bıraktı. Ceketini ve kasketini çıkartıp duvardaki çiviye astı. Hasan’ın küçük kardeşi Cemal, gıcırdayarak açılan dış kapının sesini duymuş olacak ki mutfaktan eşgerdi (2). Mutfak kapısının yüksekçe eşiğini yavaşça aşarak oturma odasına geçti. Düşmemek için tutunduğu sağ elini, boşa çıkınca ağzına götürdü. Sol elindeyse sayılı oyuncaklarından biri olan boş masır (3) vardı. Abisinin yanına gelince sevincini göstermek için kocaman gülümsedi. Hasan öne eğilerek Cemal’i iki kolundan tuttu ve divana çekti. Biraz zorlansa da kardeşini kucağına almayı, hissiz bacaklarının üstüne oturtmayı başardı. İkisi de birbirine bakıp gülümsemeye devam ettiler, kendilerince bir oyuna daldılar. Hasan, kardeşi çabucak büyüsün istiyordu. Tek kardeşi sadece oyun arkadaşı değil; can yoldaşı, sırdaşı olacaktı. Kimselere söyleyemediklerini ona diyecek, hiçbir şey saklamadan içini dökecekti. Cemal onun umuduydu, dertlerinin devası, yalnızlığının sonu, eli, ayağı, her şeyi olacaktı. Kardeşinin kendisinden yüksüneceğini (4) hiç düşünmedi. Kardeş, kardeşi yüksünmezdi. Cebinden çıkardığı iki payamı (5) Cemal’e verdi.
Dursun Kadın, kocasının geldiğinin farkındaydı ama mutfaktan çıkamadı. Bulgur aşını ateşten almazsa yanacaktı. Hâlâ sıcak olan kuru fasulyeyi büyükçe bir kaba doldurup, sininin (6) ortasına yerleştirdi. Tahta dolabın örtüsünü kaldırdı. Yazdan kurduğu üç turşu bidonunun sonuncusunu eline aldı. Biberlerin birkaçını çıkarıp sağana (7) koydu. Toprak kaptan biraz yoğurt alıp çırptı. Çalkamayı (8) bardaklara doldurdu, bulgur aşını da sofraya koyunca herkesi mutfağa çağırdı.
Şerif Ahmet, Cemal’i abisinin üzerinden alarak yere indirdi. Hasan’ı kucağına aldı, iki göz odanın bulunduğu evin ikinci gözüne, ocağın yakınına konulan mindere bıraktı oğlunu. Hasan’ın yeri burasıydı. Kurulan sofrada anasının solunda olacak şekilde oturuyordu. Sofra bezini üstüne doğru çekti. Anasının böldüğü ekmeği bir de o böldü. Her zaman yavaş yerdi, yine acele etmeden, azar azar yedi. Anası ne kadar ısrar ederse etsin “Doydum, yeter ana, hamdolsun” dedikten sonra tek lokma almazdı. Dursun Kadın, “Ye de kuvvetlen, ayağına can gelsin. Böyle yemeye........
© İnsaniyet
visit website