menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Mehmet Kahraman ile ‘Baba’ Kitabı ve Edebiyat Üzerine

16 18
25.10.2025

Mehmet Hocam, ‘Baba’ kitabının müellifisiniz. Bu kitabı yazmanızdaki maksat ne idi? Babanız olan ilişkilerinizi, onunla olan diyaloğunuzu, aile ortamındaki hususları yine soracağız ama öncelikle niye böyle bir ihtiyaç duyduğunuzu merak ediyoruz. Şu da var, genelde insanlar annelerini öncelerler, ağırlıklı olarak annelerini yazarlar. Babaların esasen bu anlamda biraz mahrum kaldığını da söyleyebiliriz. Ne oldu da böyle bir çalışma gerçekleşmiş oldu, anlatabilir misiniz?

Öncelikle şunu söylemem gerekiyor. Birden oturup yazdığım bir kitap değil. Yaklaşık yirmi yılımı almıştır. Babamın hatıralarının çoğu daha dün gibi aklımdadır. Bazıları da yazdıkça aklıma gelmiştir.

Babamla olan diyaloğum hep çok olumlu geçmiştir. Mesela doktora yaptığım dönemde beni gördüğünde ilk sorusu “Doktora ne alemde?” olurdu. Ben doktora sürecindeyken kendi kendine demiş ki: “Mehmet doktorasını bitirsin ona Yağcıbedir Halısı alacağım.” O halı ki bizim Ege’nin en meşhur yörük halılarındandır. Doktora bitince rahmetli abim geldi yanıma “Babam senin halıyı aldı.” dedi gülümseyerek.

“Babam” kitabının hikayesi nasıl doğdu derseniz, Kırıkkale Üniversitesi’nde hocayım o zamanlar. Bir gece yarısı acı acı telefonum çaldı. Baban rahmetli oldu dediler. Hasta olduğunu filan hiç bilmiyoruz, nasıl olduğunu da sormadım. Gece saati 1’de İzmir arabasına bindim. Uşak’a kadar onunla gittim. Mart ayı ve dışarıda nasıl bir kar yağıyor anlatamam. Uşak’tan bir özel dolmuşa bindim bir yere kadar gittim. Oradan bir özel araba durdu, beni aldı, onunla Simav’a gittim. Simav’dan bir arkadaşın arabasıyla yol çatı var bizim köye çıkan, oraya kadar gittim. Köyden bir dolmuşla geldiler, o kar, tipi, fırtınanın arasında beni alıp götürdüler. Kırıkkale’den köye kadar hep kafamda babam yaşıyor, gözümün önünden gitmiyor, onunla ilgili şeyleri hatırlıyorum, kendi kendime mırıldanıyorum, belki işte düşünüyorum, özür dileniyorum filan.

Bu süreçten sonra oturdum bir gün ve o karlı gecenin yolculuğunu yazmaya başladım. Arkası doğal olarak kendiliğinden geldi. Bu sadece babamı düşündüğüm basit bir yolculuk değildi ki. Hayatı birlikte yaşamışız. Onun anlattıkları benim hayal ettiklerim o kadar çok şey vardı ki yazılması gereken.

Benim babam 1920 doğumlu. Cumhuriyet döneminin çocuğu. O ortamı bilirsiniz. Özellikle 1928’den sonrasını. Kur’an öğrenmek ne mümkün. Medreseler kapatılmış. Rahmetli dedem müderris, köyün tek okuyanı. Bundan dolayı da köyün muhtarlığını yapıyor. O ilgilenmek istiyor babamla. Birgün dedemin elinde beş tane tığ, çorap örüyor dedem. Aynı zamanda da babama Kur’an öğretmeye çalışıyor. Celalli bir adam tabi. Olmuyor maalesef o günün dersi ne ise babam yapamıyor onu. Dedem de o sinirle elindeki şişlerden biriyle hamle yapıyor babama doğru. Babamın yüzü çiziliyor ve kaçıyor oradan. Kaçış o kaçış bir daha Kur’an öğrenmeye tenezzül etmiyor. Dedem çoban yapalım o zaman seni diyor ve böylece keçi çobanlığına başlıyor babam. Ta ki askere kadar.

Edirne’de askerlik yaparken İkinci Cihan Harbi çıkıyor. Babamın taburunu Ankara’ya gönderiyorlar. Babam Milli Müdafaa Bakanlığı’nda bir subayın emir erliğini yapmaya başlıyor. Bir gün koğuştayken askerlerden birinin elinde elif cüzü görüyor. Nereden aldığını soruyor askere, heyecanlanıyor tabi. Şu da var, büyük bir pişmanlık taşıyor içerisinde, dedemin Kur’an öğretme gayretlerini boşa çıkarmış olmanın verdiği. Bir an önce öğrenmek istiyor. Askeri sıkıştırıyor. Asker de Ankara’nın meşhur Samanpazarı semti vardır, oradan aldığını söylüyor. İlk çarşı izninde soluğu Samanpazarı’nda alıyor babam. Hemen bir elif cüzü alıyor. Varıyor koğuşuna kendi çabasıyla öğrenmeye çalışıyor. Olmuyor doğal olarak. O az önceki asker geliyor yanına ben öğreteyim sana diyor ve süreç böylece başlıyor. Bu arada iki tablo var onu anlatmam gerek. Askerlik döneminde babamın köye iki farklı ve bir o kadar da manidar gelişi vardır. Birincisinde gözünde güneş gözlüğü üzerinde cakalı kıyafetlerle gelip köydeki evlere bakıp -ki o evleri şöyle düşünün önlerinde hayvan tezeklerinin olduğu derme çatma iki katlı taş evler- diyor ki “bunlar nasıl ev, yıkılmışlar sanki.” Beğenmiyor yani. İkinci gelişi ise Kur’an öğrendikten sonraki zamana tekabül ediyor. Elinde kitap yüklü koca bir bavul. Yasakların kalktığı dönem. Doldurmuş yükünü, bavulun içinde Muhammediye’den Taberi’ye kadar bir sürü İslam harfleriyle yazılmış kitaplar. 1942 – 1943 yılları o dönemde askerden dönüyor babam. Artık Kur’an biliyor. Medreseler kapalı ama medrese kalıntıları diyebileceğimiz yerlerde çocuk okutmaya onlara Kur’an öğretmeye başlıyor.

Ben öteden beri kitapları seven birisiydim. İmam Hatip’te ya da üniversitede okuduğum dönemlerde tatil zamanları eve geldiğimde kitaplarla geliyorum. Babam hemen valizimi açar kitapları alır, okuyacaklarını ayırır ve hemen de okumaya başlardı.

Babamın çerçi gibi çalışan bir bakkal dükkânı vardı köyde. Haftanın dört günü çevredeki diğer köylere gider. Bir merkebi bir de katırı vardı. Onların üstüne yerleştirdiği sandıklara satmak istediği malzemeleri yerleştirir, çaydır, şekerdir vesaire. Ayrıca iki valize de basma, pazen kumaş türü şeyleri yerleştirir özellikle kadınların satın alacağı şeylerdir bunlar, böylece hatırladığım kadarıyla dört köyü gezerdi. Köylerde imam olmadığından buralarda ezan okur, namaz kıldırır, bazen de orada kalması gerekirdi. O dışarıdayken köyümüzdeki bakkalı da anneciğim idare ederdi. Gittiği köylerden de ceviz, kabak, yumurta vesaire alır onları da bizim bakkalda satardı. Tabi sürekli ve meşakkatli bir süreç. Şehre gidilip yeni malzemeler alınacak, onlar bir şekilde köye, köyden de diğer köylere transfer edilecek ve bunlar iki üç hayvancağızın sırtında, yağmur, kar, soğuk, sıcak demeden yapılacak.

Babanız anlattığınız üzere okumaya isteksiz olmuş ama sizin okumaya dair iştiyakınız nasıl şekillendi. Babanız özellikle istiyor muydu, siz mi zorladınız, o süreç nasıl oldu anlatabilir misiniz?

Evet şimdi babam kendisi okumuş okulu olan bir köyde, büyük oğlu 7-8 yaşlarına gelince onu da götürmüş oraya, 6 ay kışın orada okuyorlar. Bir iki sene sonra öbür ağabeyim de o yaşa gelmiş onu da götürmüş oraya, onlar okuyorlar. 1961’de köyde ilkokul açıldı, ben 8 yaşındayım. Bende Kur’an öğrenmek gibi bir heves olmadı. 8 yaşındayken ilkokula gitmeye başladım. İlkokula gidişim çok anlamlı bir olaydır. Anneciğim dış kapının önüne çıkmış ağlıyor. Babam benim elimden tutmuş tahtadan bir bavula işte defter, kitap, alfabe, kalem, silgi onları koymuş okula götürüyor. Arkadan annem ağlıyor diyor ki “İki oğluma Kur’an öğrettik, onlar çok şükür Kur’an öğrendiler ama bu oğlun gavur olmaya gidiyor.” diyor ve ağlıyor.

İlkokula köyde gittim ve burada bitirdim. Babamın hedefinde imam hatip okulu var. Şunu da anlatmadan geçmeyeyim: Babam perşembe akşamı köye gelir, akşama kadar satış yapmıştır, eşyalarını indirmiştir, yemek yemiştir, namazını kılmıştır. Gaz lambası var evde onu yakar ya tefsir kitabını ya ilmihal kitabını ya da işte Tarikati Muhammediye gibi kitaplardan açar onlardan bir miktar okur. Okurken de açıklar, bizim de dinlememizi ister. Dedemden öğrenmiş bu yöntemi, hatta dedem dinlenilmediğini hissettiğinde kızarmış, küt diye kapatırmış kitabı.

İlkokuldan sonra ortaokul süreci başladı. Köyden 34 kişi ortaokula devam ediyoruz ama aralarından sadece ben imam hatibe gidiyorum. Babamın maddi ve manevi desteğiyle özgüveni yüksek bir öğrencilik hayatım oldu. Bundan dolayıdır çevremdeki gençleri etkileyip onların da İmam Hatip Okullarına yönelmesinde etki tesirim olmuştur. O yıl belki tek öğrenciydim imam hatibe giden ama sonraki yıl 40-42 öğrenciye çıkmıştır. Daha sonraki yıllarda ise uzun bir süre başka okula giden olmamıştır köyde. Hepsi imam hatip okullarını tercih etmiştir. Köyümüzde şükür olsun bir imam hatip nesli oluşmuştur. Sadece bizim köy de değil çevre köyleri de etkiledik. Oradaki arkadaşlarımıza mektuplar yazdık, ziyarete gittik. Böylece bir şekilde imam hatibe yönlendirirdik onları.

Kıymetli hocam çocukluktan sonra imam hatipte okudunuz, öğretmen oldunuz, öğretim üyesi oldunuz. Bu süreçlerin tamamında onun şefkat ve merhameti için neler söylemek istersiniz? O dönemlerde öğrenci okutmak oldukça külfetli olsa gerek. Maddi açıdan zorlandınız mı? Ya da babanız bunu size hissettirdi mi?

Yok çok şükür bir sıkıntı çekmedik çünkü maddi durumu iyiydi babamın bana sürekli destek olmuştur. Ama bol para vererek şımartmadı da bizi. Ölçülü ve dengeli bir adamdı babam. Güvenirdi bana ve bunu hissettirirdi. Çoğu zaman iki arkadaş gibi konuşurduk. Bazen oğlu olduğumu unutur, hocam diye hitap ederdi.

Peki edebiyat tahsiliniz nasıl oldu? Neden böyle bir yönelişin içerisine girdiniz?

O dönem Erzurum’da İslami İlimler Fakültesi kurulmuştu. İmam hatip mezunlarının önünü açan bir uygulama oldu bu. Babam bu okula gitmemi istiyor. Özel bir sınav açıldı okula girebilmemiz için. Ben de yüksek bir puan alarak kazandım sınavı. Orada bir hemşerimiz vardı Tarih bölümünde akademisyen olarak görev yapıyordu. Onun yanına gittik. Bu arada benim hitabetim güçlüdür. Daha ortaokul yıllarındayken vaaz ederek bu yeteneğimi etrafımdakilere göstermişimdir. Şiirler yazardım onları da bir şekilde çeşitli ortamlarda okurdum. Bu da arkadaşlarımın ilgisini çekmişti ister istemez. Hemşerimiz olan bu akademisyenin yanında bunlar gündem oldu. Bana ne yaptığımı sorunca İslami ilimlere kayıt yaptırdığımı söyledim. O da yerinde olsam edebiyat bölümüne kayıt yaptırırdım dedi. Niye diye sorduğumda geçmişten gelen bilgilerle de senin bu yönde daha başarılı olacağını düşünüyorum bunun daha isabetli olacağı kanaatindeyim dedi. Benim de kafama yattı. Gittim bir daha kayıt parası yatırdım ve edebiyat fakültesine kaydımı yaptırdım.

Tabi bu durumu babama açıklamam gerek. Döndüm köye. Ne yaptın dedi. Edebiyat fakültesine kaydımı yaptırdım dedim. Niye diye sordu. İslami ilimler fakültesinin yeni açılmış olmasından dolayı bazı problemlerin olabileceğinden bahsettim ve o hemşerimiz olan akademisyenin fikirlerini söyledim. Hayırlı olsun dedi. Daha da üstelemedi. Bana güveni tamdı çünkü.........

© İnsaniyet