Bir Mücadele İnsanı Olarak Nurettin Topçu
“Vicdana söz verdik! Allah’a söz verdik! Eğilmeyiz, dönmeyiz ve dimağımızdaki son hücrenin hayatı bâki kaldıkça bu mukaddes davadan dönmeyeceğiz.”
Yirminci asır Türkiye’sinin kültür ve eğitim dünyasında yer alan önemli bir isim.
Yetiştiği alan felsefe olsa da ilgi alanı çok daha geniş, özgün düşünceleri olan bir filozof.
Bu topraklara bağlı, bu topraklara ruh yükleyici yerli bir kafa.
Kendisini maarife adamış, ömrü boyunca bu yolda yürümüş, hizmet etmiş bir muallim.
İnandığı dava uğruna gayret etmiş bir öncü.
Sahici, özü sözü bir, ilkelerine bağlı bir şahsiyet.
Yenilikçi fikirleri savunan, dinde değil ama dinî düşüncede reform yapılmasını isteyen münevver.
Sıra dışı, şaşırtıcı, nev’i şahsına münhasır bir insan.
O, Ezel Erverdi’nin tabiriyle, “zıt fikirleri bir araya getirebilen ender düşünürlerdendir.” Belki böylesine zıt isimlerle anılmasının asıl sebebi de budur.
Ancak tüm bunların ötesinde, her şeyden önce inanmış bir Müslümandı. Bu da aslında yeter.
Bir Mücadele İnsanı
O bir mücadele insanı.
Maddi olarak zengin değildi, çevresi olan biri değildi, büyük, etkili bir muhitin içinde değildi. Sade, kendi hâlinde ama içi, ruhu, kalbi, bu topraklar için atıyordu. Sakin duruyordu ama içinde fırtınalar kopuyordu. Eline silah almamıştı ama dili ve kalemiyle savaştığı bir ruh cephesi açmıştı.
Çıkardığı dergi, yazdığı yazılar, verdiği konferanslar, anlattığı dersler hep bir dava içindi.
Davası için geri adım atmadığından bir doçent olmasına rağmen liselerde il il süründürülmüştür.
Millî ve manevi değerlere bağlı tüm oluşumlarda yer aldı, sohbetlerde bulundu, konferanslar verdi. Türk Kültür Ocağı, Milliyetçiler Derneği, Türk Milliyetçiler Cemiyeti, Milli Türk Talebe Birliği, Aydınlar Ocağı ve Türkiye Millî Kültür Vakfı gibi dernek ve vakıflarda imkân buldukça konuştu.
Onun davası Allah ve Resulünün davası idi.
Allah’ın son peygamberi Hz. Muhammed (sav), cahiliye anlayışına ait tüm sapkınlıkları yıkan bir inkılapçı, bir nesil inşa eden muallim idi ve o Topçu’nun örnek aldığı birinci insandı. “Peygamber ilk muallimdi. Öğreten o, inandıran o, yürüten o idi. Devlet ve mektep işlerini birleştirmiş, devleti mektep haline getirmişti.”
O, “Kur’an ve sünnetin ebedi muallimliğinde” yürümeye devam etti.
O, “Kur’an’ın; zulmün karşısında sabrı, kinin karşısına affı koyan, ölümü ümit ile karşılayan, sonlu olan varlığımızı sonsuzluğun yolcusu yapan ve Allah’ı insanda tanıyan insan anlayışı.” üzere ömür sürdü.
O, ülkemizin son iki asırda yöneldiği “Garplılaşma denilen hastalıktan kendimizi kurtarmalı ve İslam güneşinin altında birleşmeliyiz.” ilkesince rotasını açıkça belli etti.
O, inandık demekle bırakmadı. Rahatı tercih etmedi. Zevk peşinde koşmadı. Sorumluluğun gereğini yerine getirdi. “Bizim hareketimiz mesuliyet hareketidir. Davamız hayata uymak değil, hayatımızı Hakk’a uydurmaktır.”
O, Hakka tabi olma konusunda çok hassas idi. Hatta bu hassasiyeti onu öfke noktasına da getiriyordu. Vazifesini hakkıyla yerine getirmeyen herkese ama özellikle de muallim ve hocalara çok kızıyordu. Hocalara, sufilere, din alanında görünüp de halka yararlı olamayanlara çok kızardı.
O, İslam’ın zaferinin, ilimle ahlakın ve onların önünde yürüyen kalbin zaferi olacağına inanır, bunun için mücadele verirdi.
Bir İmamla Ruhî Yolculuğu…
Bir Hocaefendi onun hayatında çok büyük tesir bırakmıştır. Hatta şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; İslam ile olan bağının güçlenerek devamı ve ciddi soruların giderilmesinde önemli işlevler görmüştür.
“Sırrı, çok perişanım. Hoca da papaz da adam aldatıyorlar. Kafamda bir sürü problem var fakat kimseye güvenemiyorum.”
Topçu’nun bu sözleri üzerine Sırrı Tüzeer, onu Abdulaziz Bekkine hazretlerine götürür. Görüşme saatler sürer. Gece yarısı evden çıkarlar. Ancak tekrar dönerler. Gece sabah namazına kadar konuşmalar, sorular, cevaplar devam eder. Bu ziyaretler Hoca efendinin vefatına kadar devam eder.
Abdulaziz Bekkine Hazretleri ile geceler boyu yaptığı sohbetler sonucu ona bağlandı. Ruhî dirilişe, teyakkuza, inşaya kendisinden başlamış oldu.
“Tasavvuf esasında bir ahlaki temizlenme yoludur. Bu temizlenme işi insan olan varlığımızdan hareket ederek Allah’a kadar götüren bir yolculuğun sonucudur. Bu yolculuk sonu olan varlığın daha iyi yaşarken sonsuzluğa atlayışıdır; fenâdan bekâya sıçrayışıdır. Ruh dünyasında tam manasıyla bir atletizm denebilecek olan bu sıçrayış gelişigüzel yapılan bir hamle olmuyor. Onun adabı, erkanı, usulü vardır. Tasavvufun insan olan varlığımızdan çıkarıp Allah’a yaklaştıran bazılarının tabiriyle Allah’la birleştiren hareketleri üç safhadan geçmek suretiyle yapılmaktadır. Birincisi hazırlık safhasıdır. Bu tasavvufun riyazet ve feragat devresidir… İkinci safhada vecd, istiğrak başlar. Varlığa ait bütün vehimlerle çilelerden birer birer boşalan ruha hakikat dolacaktır… Tasavvufun üçüncü ve son merhalesi huzur safhasıdır. Vecd ve istiğrak kemâl haline geldi mi derviş huzur denizine yükseliyor, varlığı mutlak huzur kaplıyor.”
“İnsanın büyüklüğü, başkası için çektiği acının büyüklüğü ile ölçülür.”
“Yarınki Türkiye’nin kurucuları yaşama zevkini bırakıp yaşatma aşkına gönül verecek, sabırlı ve azimli, lakin gösterişsiz ve nümayişsiz çalışan, ruh cephesinin maden işçileri olacaklardır. Bu ruh amelesinin ilk ve esaslı işi insan yetiştirmektir. Hünerleri hep fedakârlık olan bu hizmet ehli gençler hizmetlerinin mükâfatını da hizmet ettikleri insanlardan beklemeyecekler, sonsuzluğa sundukları eserin sesinin akitlerini yine sonsuzluktan dinleyeceklerdir.”
İdeal Bir Muallim
“Aklın şüphesi var, aşkın şüphesi yoktur.”
Ömrü boyunca hep muallimlik yaptı. Sınıf içinde ve dışında. Sürekli bir şeyler öğretti. İnsan yetiştirmeye çalıştı. Muallimlik vasfı, sınıfta ama onunla sınırlı kalmayan bir özellikti. Sınıf dışında da gerek sohbet ve seminerlerinde gerek yazılarında bu vasfını hep sürdürdü.
İdeal bir muallimin sahip olması gereken özellikleri yazdı ve uyguladı.
Görevini aksatmadı, konularına hakimdi, öğrencileriyle ilgilenirdi.
İnandığı değerlere sahip çıkmaktan, onun mücadelesini vermekten asla vazgeçmemişti. Ve şehir şehir, okul okul sürgün edilmekten çekinmemişti.
Daha üst makamlara geçmek, titr sahibi olmak için şahsiyetinden taviz vermeyen bir öğretmendir.
İslam dininin öğretilmesine yönelik hizmetlerinde ücret almayan idealist bir muallimdir. İstanbul İmam Hatip Lisesinde ücretli olarak ders verdiği yıllarda bir kuruş ücret almamıştır. Tüm ısrarlara rağmen kararından dönmemiş, zorlarlarsa dersi bırakacağını belirtmiştir: “Din adamlığı yapacak talebelere verilen dersten ücret alınmaz!”
İyi yetişmiş, yabancı dil bilen, seven, kendini ideallere adayan, kültür ve medeniyetine vakıf ve ona sahip çıkan, aşk ve merhamet sahibi, o devirde toplumun ihtiyaç duyduğu fikirleri, yönlendirmeleri, girişimleri yapan, çağı okuyan, anlayan ve yaşayan, öğrencilere bilginin yanı sıra ruh da veren, talebenin sonsuzluk dünyasına olan yolculuğunda ona rehberlik yapan, medeniyet koruyucu insan kabiliyetlerini aşılayan, kültürlü, talebesinin fıtratını koruyan, fazilet ve fikir veren, ruhlar sanatkârı, örnek insan bir insandı.
…
Rahmetli Topçu, “eğitim” yerine “maarif” kavramını kullanırdı. Kendisini de bir muallim olarak tanımlardı. Bir muallim olarak mektep ve maarif meselelerine her boyutuyla değinmiş, yazılar yazmış, özgün fikirler serdetmiştir.
Ona göre mektep, “Maddeden manaya yükselişin, disiplinin, çokluktan birliğe doğru gidişin, kaidenin ve nizamın bulunduğu her yerdir.” Okullar kişileri büyüten, olgunlaştıran zihnî alışveriş yerleridir. Fertlerin ictimai ödevlerinin öğretildiği yerlerdir.
Mekteplerin sayısını artırmak, okur yazar sayısını artırmak maharet değildir. Diploma dağıtmak maharet değildir. Diploma artık resmi koltuk satın almaya elverişli banknotlar hâline gelmiştir.
İlmi sevdirmek, gerek. “Maarif yalnız mekteplerde okutmak ve okuyanlara birtakım bilgiler vermek değildir. O, bir milletin bütün halinde düşünme ve yaratıcılık sahasında seferber edilmesidir. Bir cemiyetin düşünüş tarzının kültürünün ve ideallerinin cihazlar........
© İnsaniyet
