İlham Rüzgârları
İlham; ruhun kıpırtısından satıra düşen ateştir. İlham yüzyılları delen, yazıyla kaleme gelen kitaba dönüşen kalbe işleyen kurşundur. Yazmak hem bir disiplin işi hem de ilhamla olur. Yazmak… Kimi zaman masa başında saatlerce sabırla beklenen ve özenle işlenen bir nakıştır. Kimi de bir rüzgâr gibi aniden eser, kalbin iklimlerinden doğan sabah güneşi. İçinizi ısıtan bir mısra bir cümledir. Kimilerine göre ilham, yazmanın olmazsa olmazı; kimilerine göre ise disiplinli çalışmanın yanında bir misafir, belki de lüks. Bir süs. Ancak şunu inkâr etmek güç: İlham, duygunun damarıdır. O geldiğinde, kelimeler bir başka akar, satırlar başka bir tat taşır. İşte bu yüzden ilham, insanın duygularını anlatmadaki ateşleyici ve tatlı bir güçtür.
Yazmak… İçten gelen bir çağrıdır. Bir duygu aniden beliriverir; bir cümle, bir kelime hatta bazen tek bir imge bile yüreği titretir. İşte o anda yazmak gerekir. Çünkü o his, zaman geçtikçe solar, ilk doğallığını yitirir. Eğer o an yazılmazsa, sonradan yazılan her şey biraz eksik kalır; tıpkı sıcağıyla insanın içini ısıtan bir yemeğin soğuduktan sonra aynı tadı vermemesi gibi. Okur da bunu hisseder; sıcak duygularla yoğrulmamış, bekletilmiş cümleler hemen kendini ele verir.
Bazı yazar ve şairler için ilham, tıpkı bir gece vakti pencereden sızan ay ışığı gibidir: Gelip gelmeyeceği belli değildir ama geldiğinde her şey parlar. Eski şairlerin, şiirlerini tütün sardıkları cıgara kâğıtlarına, ya da paketin içindeki o bir parça beyaz kâğıda, peçetelere, bulabildikleri herhangi bir kâğıt parçasına yazdığını okumuştum bir yerde. İlk gençlik yıllarımdı. O zamanlar bunu romantik bir efsane gibi düşünürdüm, şimdi biliyor ve hissediyorum ki kalemin yakaladığı duyguyu, o sıcaklığıyla kaçırmadan cümleye döküleceği o vakti kaçırmamak gerek.
Türk Edebiyatının üstad kalemi, rahle-i tedrisinden geçen pek çok şair ve edebiyatçının kalemine yön veren Ahmet Hamdi Tanpınar’a dikkat çekmek istiyorum. Tanpınar, ilhamın gücünü kabul ederdi ancak onun yazım süreci daha çok düşünceye ve estetik bakışa dayanırdı. Saatleri Ayarlama Enstitüsü gibi bir başyapıt, rastlantısal bir ilhamla değil, yıllar süren düşünsel bir birikimin sonucudur. Yine de şiirlerinde, özellikle “Bursa’da Zaman” gibi eserlerinde, ilhamın estetik duyguyla nasıl birleştiğini görmek mümkündür. Tanpınar’ın şiiri, ilhamdan çok düşünceyle, zamanla, kültürle yoğrulmuştur. “Bursa’da Zaman” gibi şiirleri bir içsel sesin değil, büyük bir iç disiplinin, estetik kaygının ürünüdür. Onun şiiri, uzun düşünsel yürüyüşlerin ardından gelen, çok sesli ve katmanlı bir edebi yapıdır. İlhamı küçümsemez ama ona bel bağlamaz.
Biraz da ilhamın şiir kanadına bakalım. Şiir, bazen bir sabah serinliğinde, bazen bir kalp kırığında, bazen de bir bakışın içinde filizlenir. Kelimelerin ötesinde bir sezgi, bir dokunuş, bir iç yangınıdır şiir. Türk şiiri, işte bu yangınla yanmış, bu serinlikle ürpermiş şairlerin dizeleriyle doludur. Kimileri duygunun coşkusunu anlık bir ilhamla kâğıda dökmüş, kimileri ise mısraları sabırla işleyerek, sözcükleri bir kuyumcu titizliğiyle örmüştür.
Bazı şairler vardır, şiiri bir doğum sancısı gibi yaşarlar; dizeler onları bulur, onlar dizeleri tutar. Bazılarıysa her sabah erkenden kalkar, masasına oturur, ilhamı aramaktan çok, onu beklemeden inşa eder şiirini. Her ikisi de kutsaldır. Çünkü şiir hem kalbin hem emeğin dilidir
Şiire adanmış bir ömür olarak tanımlayabileceğimiz Behçet Necatigil, şiirini bir ev düzeni gibi kurar. İlhamla gelen sesi, sabırla, titizlikle işler. Onun dizelerinde sadelik ve derinlik yan yanadır. “Evler, insanlar kadar yaşar” derken, yalnızca bir nesne değil, bir hayat felsefesi inşa eder. Şiiri inşa etmek, onda günlük bir ritüeldir; her kelime ölçülmüş, tartılmış ve yerleştirilmiştir. Toplumcu realist bir edip olan Necatigil ilhamı es geçmediği ‘Sevgilerde’ şiirinde okuruna seslenirken sevginin, bütünüyle duygunun ne kadar ehemmiyetli olduğunu şöyle vurguluyor
Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.
Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı
Yazmak ve disiplin deyince aklıma hep Akif gelir. Safahat şairi Mehmet Akif, şiiri bir sorumluluk ve görev gibi görür. O, duygudan ziyade hakikat için yazar. İlhamı beklemez; halkın acısını, memleketin sorunlarını, İstiklâl’in nabzını tutar. “Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak!” mısraı, bir milletin sesi olmak için sabırla, emekle yazılmıştır. Hem duygu vardır ama daha çok yaşadığı toplumun her haline ayna tutar. O yüzden Akif pek duygu gelsin diye beklemez yazmak için. Hatta hatırlatayım İstiklal Marşı için düzenlenen yarışmaya önce katılmayan şair daha sonra dönemin........
© İnsaniyet
