menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Direniş ve eğitim ekseninde Hamas’ın zaferi

20 0
24.10.2025

Hak-Batıl mücadelesi, insanlığın varoluşundan itibaren başlamış ve tarih boyunca kesintisiz bir şekilde devam etmiştir. Yaratılışın gayesi olan bu mücadelede Müslümanlar Kur’an’ın temel ilkelerine sarılıp Rahmani olanı temsil ederken “ifsadın taraftarları” ise çoğunlukla zalimliği ve bozgunculuğu tercih etmişlerdir. Bu meyanda Kur’an-ı Kerim, bu karşıtlığa rehber olan bir ölçüdür. Nitekim konuyla ilgili ayette bu durum şöyle izah edilmektedir: “Âlemlere uyarıcı olsun diye, hakkı batıldan ayıran (el-Furkan’ı) kuluna indiren Allah, yüceler yücesidir.” (Furkan, 25/1). Söz konusu ayet hak ile batıl arasındaki zıtlığın ilahi yansımasını ortaya koymaktadır. Takva ve fücur yönelimine sahip niteliklerle ve zayıflıklarla yaratılan insan, Hz. Adem’den günümüze bu iki kutuptan birinin safında yer almıştır. Toplumsal yapıdaki köklü değişimler neticesinde çağlar ve nesiller değişmiş olsa da imtihanın özü olan bu mücadele varlığını sürdürmüştür.

Çağımızda maddi yükler insanın omuzlarına yığılmış, insani, ahlaki ve vicdani değerler ise ihmal edilmiştir. Bunun temel sebeplerinden biri, atalarımızın asırlar boyunca Kur’an’ın rehberliğinden uzaklaşması ve hakikati geleneksel kalıplara hapsetmesidir. Toplumlar, hakikat ölçüsünü Kur’an’dan almayı bırakıp örf, gelenek ve kültürel alışkanlıkları dinin özüyle eşitlemiş; böylece hak ile batıl arasındaki mücadelenin seyri istikametinden sapmıştır. Kur’an’ın evrensel ilkeleri yerini geleneksel düşünce kalıplarına bırakınca, dini duyarlılık şekilciliğe, iman esasları ise alışkanlık örüntülerine evrilmiştir. Kur’ani bilinç zayıflamış bunun sonucunda toplumsal inanç, bireysel menfaatlerin ve kültürel alışkanlıkların aracı hâline gelmiştir. Vahyin rehberliği yerine geleneğin otoritesi belirleyici olunca, doğrunun yerini kalıplaşmış kabuller, adaletin yerini menfaat, tahkikin yerini taklit almıştır. Bu sapma, bireyin maneviyatını zayıflatmakla kalmamış aynı zamanda toplumun düşünsel dinamizmini de köreltmiştir. Hakikati aramak yerine geleneği kutsamak, İslam düşüncesinin üretkenliğini durdurmuş; bilimsel, kültürel ve ahlaki gerilemeyi kaçınılmaz hâle getirmiştir. Zira hak ile batılın mücadelesi yalnızca cephelerde değil, zihinlerde ve eğitim anlayışında da sürmektedir. Bu mücadelede nesli inşa etmek, Müslüman şahsiyeti yeniden diriltmek ve eğitimi vahyin rehberliğinde anlamla buluşturmak, çağın en büyük zaruretlerinden biri hâline gelmiştir.

Vahyin yeryüzüne bir rahmet olarak inişinden bu yana geçen asırlar içinde, toplumlar ve milletler özellikle eğitim alanında derin bir anlam erozyonuna uğramıştır. Bugün, bu erozyonun biriktirdiği en ağır yüklerin altında bulunduğumuz bir dönemi yaşıyoruz. Diğer bir deyişle dünyanın birçok ülkesinde insanı yalnızca dünyevî bir varlık olarak gören seküler eğitim anlayışı hâkimdir. Modern-seküler eğitim anlayışı, hümanist felsefeyi merkeze almış ve aşkın olana yönelişi zayıflatmıştır. Hakikatle bağını koparan bu eğitim sistemi, salt aklı kutsayan bir yaşama sürüklemekle kalmayıp onu kalbî melekeler noktasında yoksun bırakmıştır. Böyle bir eğitim tedrisatından geçen bireyler, ne hakkın safında yer alacak bilince ne de batılı reddedecek cesarete sahip olurlar. Furkan Suresi’nde altı çizilen “hak ile batılı ayıran ölçü” göz ardı edilince bilgi hakikatten, akıl hikmetten, bilim ise ahlaktan kopmaktadır. Bu durum, ahlâkî yozlaşmanın ve vicdani körleşmenin en temel nedenidir. Tüketimi kutsayan,........

© Haksöz