menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İki farklı savaş

19 0
04.10.2025

“Savaş Üstüne Savaş” (One Battle After Another), Thomas Pynchon’ın “Vineland” adlı romanından yapılan serbest bir uyarlama… Ronald Reagan’ın ikinci kez başkan seçildiği 1984 yılında açılan roman, 1968 kuşağının hippilerine kadar uzanır; Nixon ve Reagan dönemlerinin baskıcı politikaları arasında kalan devrimci bir kuşağı konu alır. 1990’da yayımlandığında Salman Rushdie, The New York Times’da "Amerika'nın bunca yıldır kendisine ve çocuklarına neler yaptığını anlatan önemli bir siyasi roman" diye yazar “Vineland” için. Okurları ikiye bölen roman olarak da tanınır. 2014’de Pynchon’ın “Inherent Vice” adlı romanını sinemaya uyarlayan yönetmen Paul Thomas Anderson, “Vineland”i çok beğenenler arasındadır ve filme uyarlamak istediğini birçok kez dile getirir.

Anderson’ın uzun süren hazırlıklarının sonunda 161 dakikalık bir film olarak karşımıza gelen “Savaş Üstüne Savaş”, Pynchon’ın romanını şekillendiren ana hikâyeyi alıyor ve 21. Yüzyıl’a adapte ediyor. Hangi yıllarda olduğumuz belirtilmese de Anderson’ın olayları Donald Trump dönemine uzanan bir tarihsel çerçevenin içine yerleştirdiği belli oluyor.

Anderson, 1968 kuşağının hippilerinin yerine French 75 adlı yasa dışı hayali devrimci örgütü koyuyor. French 75 çatısı altında birleşenler, silah kullanmaktan, banka soymaktan, devletin kolluk kuvvetlerini hedef almaktan çekinmiyor; sınırların ortadan kalktığı anti kapitalist bir devrimi hedefliyorlar. Filmin hemen başında, Meksika’dan ABD’ye geçerken yakalanan kaçak göçmenleri serbest bıraktıkları silahlı eylem sırasında tanıyoruz onları. Aynı sekansta, hikâyenin merkezindeki 3 karakter çıkıyor karşımıza. İlk planda kameranın peşine takıldığı Perfidia Beverly Hills (Teyana Taylor), isyankâr, öfkeli, yolundan sapmaz çılgın bir devrimci izlenimi veriyor. “Varoş” Pat Colhoun (Leonardo DiCaprio) görünürde daha sakin ama tanıyınca onun da en az Perfidia kadar fanatik olduğu anlaşılıyor. Üçüncü karakter ise baskın sırasında Perfidia’nın karşısına çıkan Amerikan ordusu subayı Steven Lockjaw (Sean Penn)… Hiçbir özelliği olmayan sıradan bir asker aslında. Ama özellikle ikinci yarıda, hedefleriyle hikâye örgüsünü belirleyen karakter haline geliyor.

Açılış sekansının göze çarpan önemli özelliklerinden biri, Perfidia’nın eylem sırasında yükselişe geçen libidosu… Sonraki sahnelerde de Perfidia’nın devrimci eylemleriyle libidosu arasında hep güçlü bir bağ olduğunu görüyoruz. Perfidia’nın agresif ve dominant kişiliğinin parçası haline getirdiği cinsel arzuları olmasa, Lockjaw hikâyeye girebilecek bir karakter değil aslında.

Perfidia, kadın düşmanı alt metinleriyle öne çıkan eski usul Hollywood filmlerinden çıkıp gelmiş bir karakteri andırıyor ilk bakışta. Çünkü kontrol edemediği libidosu ve ahlaki, vicdani değerlerini sorguladığımız kritik kararları ile hikâyeyi şekillendiren biri… Pynchon’ın romanında da eylemlerinin neden olduğu sonuçlar üzerinden bakıldığında, benzer bir karakter...

Kuşkusuz kadın düşmanı bir film değil “Savaş Üstüne Savaş”. Tam aksine, Perfidia ezberlenmiş kolaycı feminizme meydan okuyan sofistike bir karakter… Sözgelimi, filmin başlarında kadın ve devrim üzerine söyledikleri unutulur gibi değil. Ataerkil düzenin kadına verdiği rolleri reddetmesi, annelik ve devrimcilik konusunda kendisinden bekleneni değil, içinden gelenleri yapması, yine atlanmaması gereken noktalar. Ayrıca Leandra (Regina Hall) ve lise öğrencisi Willa / Charlene (Chase Infinity) gibi diğer karakterleri unutmamak gerek.

Paul Thomas Anderson’ı romana çeken neydi bilmiyorum ama aynı örgütün iki ayrı dönemde verdiği iki ayrı savaşa odaklandığı çok açık. Zaten filmin adı da bunu işaret ediyor. Dolayısıyla, filmi iki savaş arasındaki farklılıklar ve ABD’de Antifa olarak anılan anti faşist sivil hareket üzerinden okumaktan........

© Habertürk