Türkiye’de medya, siyaset ve algı yönetimi
Bu, Noam Chomsky ve Edward S. Herman’ın 1988’de ortaya koyduğu Manufacturing Consent (Rızanın İmalatı) modelinin tam kalbidir: Haber, gerçeğin kendisi değil, güç ilişkilerinin süzgecinden geçirilmiş bir üründür. Bu teori, ABD için yazılmış olsa da Türkiye’de birebir çalışır, hatta bazı yerlerde daha bile sistematik işler. Çünkü burada medya, yalnızca “haber verme” işlevini değil, siyasal mühendisliğin aktif bir kolunu üstlenir.
ABD’de bu model, sistemin kibar görünüşü altında işleyen bir manipülasyonu anlatır. Türkiye’de ise durum daha çıplaktır: Filtrelerin yanına doğrudan sansür, RTÜK cezaları, ilan ambargoları ve fiziksel tehditler eklenir. Rıza üretimi, bazen gönüllü, bazen zorla yapılır.
Buradaki ironi şu: Halk, gerçekleri öğrenme hakkı elinden alınırken, çoğu zaman bunun farkında bile olmaz. Çünkü gündem hep başka bir krizle, başka bir düşmanla meşguldür.
Walter Lippmann’ın 1922’deki Public Opinion’da tanımladığı “pseudo-environment” (sahte çevre) kavramı, bu mekanizmayı anlamak için birebirdir: İnsanlar dünyayı olduğu gibi değil, medya tarafından çizilen resim üzerinden algılar. Türkiye’de bu resmin paleti, iktidarın elindedir; hangi renklerin kullanılacağı, hangi detayların silineceği baştan belirlenir. Halk, gerçeği öğrenme hakkı elinden alınırken, çoğu zaman bunun farkına bile varmaz. Çünkü gündem, sürekli yeni bir kriz, yeni bir düşman, yeni bir “acil” mesele ile kaplanır.
Chomsky’nin beş filtre teorisini Türkiye’ye uyarladığınızda tablo keskinleşir:
Bu beş filtre, haberi daha basına düşmeden şekillendirir. Böylece kamuoyu, gerçekleri değil, “kabul edilebilir” versiyonlarını görür.
Türkiye’de gündem, aslında iki kanaldan belirlenir:
Bu süreçte muhalefetin kendi gündemini dayatma gücü son derece sınırlıdır. Bir muhalefet lideri, haftalarca çalışıp detaylı bir ekonomik rapor açıklasa bile, aynı gün iktidar kanadı yapay bir kriz başlatırsa, tüm medya o krize kilitlenir.
Bir kadın cinayeti haberinde fail “kıskançlık” veya “alkol problemi” ile açıklanır; maktul “gece dışarı çıkmıştı” imasıyla suçlanır. Burada George Lakoff’un “framing” (çerçeveleme) teorisi devrededir: Sorunu bireyselleştir, yapısal boyutu görünmez kıl.
Ekonomi haberlerinde bu daha da sistematik işler. Dolar “küresel dalgalanma” ile, işsizlik “mevsimsel etki” ile açıklanır. Gerçekte ise bu, yılların yanlış politikalarının, yandaş ekonomisinin sonucudur. Ama bu çıplak hakikat yerine, halka “hikâye” satmak güvenlidir. Çünkü hikâye, öfkeyi doğru adrese yöneltmez; dikkati dağıtır.
Türkiye’de medya ile siyasetin el ele yürüttüğü bu “algı mühendisliği”, sadece bilgi akışını değil, insanın ruh halini de tasarlıyor. Burada asıl hedef, halkın zihninde öğrenilmiş çaresizlik üretmek. Yani, insanı, içinde bulunduğu felaketi değiştiremeyeceğine ikna etmek… Sürekli kriz haberleri, sürekli “ülke kuşatma altında”........
© Haberton
